Hurdacının Aşkı

Kodla Büyü

Serdar Yıldırım

Site Gezgini
Mesajlar
80
Hurdacı genç el arabasıyla hurda toplamaya çıkmıştı:

" Haydi, demir alırım, bakır alırım, alüminyum alırım, sarı alırım. " diye bağırıyordu.

Çok zengin, katları, yatları, köşkleri, fabrikaları bulunan bir ailenin kızı olan Hülya, üstü açık, spor arabasıyla köşkün bahçesinden yola çıkmıştı. Hurdacı gencin sesini duyunca frene bastı. Bekledi. Hurdacı genç, arabasının yanından geçerken:

" Affedersiniz ama, siz aldığınız demirleri, bakırları ne yapıyorsunuz? " diye sordu.

Bunun üzerine hurdacı genç durdu:

" Ne yapacağım, bunları alan hurda deposu var, oraya satıyorum. "

" İyi kazanıyor musun? Bu iş günde ne kadar para bırakıyor? "

" Ben çok gezerim. Gün sonunda on kağıt kazandıysam, keyfim yerine gelir. Bazen çöpten hurda çıkıyor. Böyle hurdanın tümü kar. On beş-yirmi kağıt kazandığım günler oldu. Böyle ballı günlerde, kendime bir ziyafet çekerim. "

" Ziyafet mi? Nasıl bir ziyafet bu? Kokteyl partisi falan mı? "

" Kokteyl partisini hiç duymadım. Bir keresinde Halk Partisi'ne gitmiştim. Sağ olsunlar. Bana çok iyi davrandılar. Küçümsemediler. Çıkarken, buyur, yine gel dedilerdi ya, ikinci kere gidemedim. "

" Siz neler söylüyorsunuz? Halk Partisi de nereden çıktı? Kendime ziyafet çekerim dediydiniz. "

" Ziyafet işte ama kendi çapımda. Çarşıdaki kebapçıda bir buçuk iskender yerim."

Yakışıklı hurdacı genç, muzipçe o kadar güzel gülümsedi ki, Hülya da gülümsemekten kendini alamadı. Hülya'nın birden aklına köşkün arka tarafındaki atıl demirler geldi. Orada bir de eski soba vardı. Çocukluğundan beri onlar orada duruyordu. Bilmem bu genç onlara kaç para verirdi?

Hülya:

" Arkadaş, senin adın ne? " diye sordu. " Benim adım Hülya: "

Hurdacı genç:

" Benim adımda Şevket ama arkadaşlar bana Şevko derler. "

Hülya:

" Şevko, bizim köşkün arka tarafında hurda demirler var. Sanırım bir de eski soba olacaktı. Onlara ne verirsin? "

Şevko:

" Önce demirleri ve sobayı göreyim sonra bir fiyat biçerim. "

Hülya spor arabasını köşkün önüne park etti. Şevko ise, tek tekerlekli el arabasını iterek, birlikte köşkün bahçesine girdiler ve köşkün arka tarafına doğru yürüdüler. Onları köşkün penceresinden seyretmekte olan Hülya'nın babası, yanında korumaları olduğu halde, bahçeye çıktı ve Hülya'nın yanına gitti.

Hülya'nın babası:

" Kızım ne oluyor? Bu hurdacı da neyin nesi? "

Hülya:

" Hiç babacığım. Bu Şevko. Az önce arkadaş olduk. "

Hülya'nın babası:

" Arkadaş mı oldun? "

Hülya:

" Evet, arkadaş oldum ve buradaki demirleri ona satmak istiyorum. "

Hülya'nın babası:

" Ee iyi, sat bakalım. "

Hülya, Şevko'dan yana dönerek:

" Arkadaş, bu demirlere ve sobaya ne verirsin? "

Şevko:

" Demirler para etmez, arabaya atıvereyim. Sobaya beş lira veririm. "

Hülya:

" Sen şimdi bu kadar demir para etmez diyorsun ha? Ama kilo hesabı satacaksın. Demirler kalsın. Sobaya beş lira az, şuna on beş desek. "

Şevko:

" Hemen kızma arkadaş! Sobaya on beş tamam ama yanında demirleri de isterim yani burada ne varsa hepsine on beş. "

Hülya:

" Olmaz! Hepsine yirmi. Beş kuruş aşağı olmaz. "

Şevko:

" Tamam, hepsine yirmi. Ben şunları arabaya yükleyivereyim. "

Şevko, demirleri ve sobayı arabasına yükledikten sonra, Hülya'ya dönerek:

" Şimdilik beş lirayı vereyim, kalanı yarın bu vakitler buraya getiririm. Görüşmek üzere. " deyip, arabasını iterek götürmeye başladı.

Hülya, Şevko'nun verdiği beş liraya bakakaldı. Bir an babasıyla gözgöze geldi. Babası onun haline acıyarak bakıyordu:

" Kızım, seni Amerikalarda boşuna okutmuşum. İktisat üniversitesinden mezunsun ama üniversitenin ünisinden haberi olmayan birine karşı yirmi sıfır galip gelmen gerekirken, on beşe beş yeniliyorsun. Bu genç sana on beş lirayı getirmez. Gitti gider. "

Babası bu sözleri söyledikten sonra korumalarıyla birlikte uzaklaştı. Hülya iki damla gözyaşının yanaklarına süzüldüğünü farketti. Bebeklik günleri hariç, ağlamadığını biliyordu. Çok iyi bildiği bir şey daha vardı: İnsan karakterleri. Karakter tahmini işinde hiçbir zaman yanılmamıştı. Tahmini doğru çıkarsa, Şevko yarın gelir ve on beş lirayı getirirdi. Eğer Şevko yarın gelir ve on beş lirayı getirirse, ondan ayrılmayacağına kendi kendine söz verdi.

Yarın olmuştu. Hülya bir saati aşkın bir zamandır köşkün bahçesinde dolanıp duruyordu. Bilmem kaçıncı defa bahçe kapısına yaklaşmıştı ki, Şevko'yu gördü. Şevko gelmişti:

" Kusura bakma, arkadaş. Dün yanımda başka param yoktu da ondan öyle oldu. Yoksa borç bırakmak istemezdim. İşte on beş lira. "

Hülya:

" Parayı getirdin ya gerisinin önemi yok. Demirlerle sobayı satınca sana iyi kar kaldı mı? "

Şevko:

" Aman, ne demezsin! Çok iyi kazandım. Onları altmış liraya aldılar. Yirmi sana verdim bana kırk lira kaldı. Şimdiye kadar böyle ballı alışveriş yapmamıştım. Çarşıdaki kebapçıya gidiyorum. Benimle gelir misin, arkadaş? İskender haricinde ayran, kola ne içersen ısmarlarım. "

Hülya, Şevko'nun dediklerine bir güldü, bir güldü ki sormayın!

Onlar çarşıdaki kebapçıda çok güzel ve neşeli bir ziyafet çektiler. Hülya konuşma aralarına sorucuklar sıkıştırarak Şevko'yu daha yakından tanımak fırsatını buldu. Onda gelişmeye, daha çok kazanmaya uygun muhteşem bir ticari zeka bulunduğunu farketti. Dört yıllık hurdacı ve yirmi beş yaşındaydı. Askerliğini yaptıktan sonra köyüne dönmemiş, Bursa'da kalmıştı. Köyünde beşi bitirmiş, altının yan kapısından geçmişti. ( Altıncı sınıfa ait birkaç kitap bulmuş ve bunları okumuşluğu vardı. ) Daha dün canlıca yaşadığı olayda adam beş lira sermaye ile on beş lira bocunu ödemiş, kırk lira da temiz para kazanmıştı. Yirmi liranın karı kırk lira olmuştu. Demek ki, yirmi bin lirası olsa kısa zamanda kırk bin lira kar edebilirdi.

Hülya birkaç gün sonra durumu babasına anlatarak, Şevko'yu şirketlerinden birinde işe aldırdı. Şevko ilk gün kıyafetlerini yadırgadı. Takım elbiseli, beyaz gömlekli, kravatlı halini aynada görünce şaşırdı ama zamanla alıştı. Hülya bu ilk avansın deyip beş bin lira verince cebi kızıştı. Para tomarı pantolonunun cebinde şişkinlik yapınca bir cüzdan alıp ceketinin iç cebine koymayı ihmal etmedi.

Şevko kiralık olarak tuttuğu apartman dairesinde satın aldığı pek çok kitabı okumaya başladı. Aradan aylar geçtikçe, beyninin hücreleri bilgiyle, bilimle, kültürle aydınlanmaya başladıkça, çağdaşlaştıkça, bakışları değişti, gözlerinden zeka fışkırmaya başladı. İnanılmazı gerçekleştirip dünyaya bir fakirin neler yapabileceğini göstermek istiyordu. Bunun için yıllardır fırsat kollamıştı. Beyninin en ücra köşelerindeki fikirleri, çevresindekilerden yanlış anlarlar diye açıklamaktan korktuğu düşünceleri şirketteki çalışma ofisine gelen Hülya'ya anlatıyor ve takdir görüyordu. Ne demek öyle, söz gümüştür. Şevko'ya göre, söz altın değerindeydi. Söz, ağızdan çıkar ve iyiyi, doğruyu, güzeli anlatırdı. Konuşacaktın, her konuda bilgini ortaya koyacaktın. Herkes istediği konuda fikir ileri sürüp yorum yapabilirdi. Bu konuda ben böyle düşünüyorum derdin ve kesinlikle yanlışa düşmezdin. Önemli olan, ben diyebilmekti. Boyun bükmeden, eğilmeden savunduğun fikrin takipçisi olabiliyorsan, Ne Mutlu Türküm Diyene.

Şevko, Hülya'nın ofise uğramadığı günlerde huzursuz oluyordu. Her gün mutlaka onu görmek, onunla konuşmak istiyordu. Zamanla Hülya'yı sevmeye başladığını fark etti. Hem bu sevgi öylesine büyük bir sevgiydi ki, kısaca adına aşk dedi. İnsanoğlu dünyada var oldukça aşk da var olacak ve benim aşkım, sırılsıklam aşık olan Şevko'nun aşkı yani Hurdacının Aşkı adıyla isim bulacaktır.

Aslında Hülya da Şevko'ya karşı ilgisiz değildi. Tanıştığı ilk günlerde Şevko'ya karşı derin bir his ve sevgi duyduğunu anlamıştı. Şevko'ya yardımcı olmuş, onu sokaktan kurtarmış ve zirveye taşıyordu.

Aradan beş yıl geçti. Bu beş yıllık sürede Şevko para kazanmanın inceliklerini keşfetmekle meşguldü. Bir aralık para kazanmanın püf noktaları isimli bir kitap bastırmaya kalkışmış ve Hülya'nın gayretleri sonucu hazırladığı dökümanları sobada yakmıştı. Tahvil ve hisse senedi alımlarına girişen Şevko kıyısından, köşesinden de olsa azıcık bir servet oluşturmuştu. Şirketten kazandığı parayı yani aldığı maaşı derin dondurucuya atmıyor, o parayı çalıştırarak, paraya para kazandırıp, kasasına sıcak para girişi sağlıyordu.

Bir gün Şevko, çalışma ofisine gelen Hülya'ya aşkını anlattı. Onu çok sevdiğini ve evlenmek istediğini söyledi. Hülya da, Şevko'ya, kendisini çok sevdiğini ve evlenme teklifini hemen kabul edebileceğini fakat babasının da olurunu almak istediğini söyledi.

Köşkteki akşam yemeğinden sonra Hülya, babasına, bugün bir evlenme teklifi aldığını, bu teklifi yapan genci yıllardır tanıdığını ve onu çok sevdiğini söyledi. Bunun üzerine babası:

" Kızım, bu gencin otomobil fabrikası var mı? " diye sordu.

" Yok baba, nereden olsun? Belki zamanla otomobil fabrikası kurar. "

" Bak kızım, ben zenginliğe haddinden fazla önem veririm. Seninle evlenecek olanın mutlaka otomobil fabrikası olmalı. Sen doğduğun gün, ben bu kararı almıştım. Fabrikası olmayana ben kız vermem. "

" Baba, bana talip olan bizim Şevko. Hani bir zamanlar hurdacıydı da, sonradan şirkette ona iş vermiştin. Üstün gayretleri sonucu beş yılda şirketin karını yüz kat arttıran Şevko. "

" Tamam işte, Şevko, mevko. Kursun otomobil fabrikasını gelsin seni benden istesin. Ben seni sevdiğinle evlendirmem demedim ki. "

Ertesi gün Hülya, Şevko'ya, babasıyla konuştuklarını anlattı. Bunun üzerine Şevko:

" Baban market, pastane açmamı istemiyor ki, otomobil fabrikası diyor. Bankadaki paramı, tahvil ve hisse senetlerimi ortaya koysam otomobil fabrikasının bir kısmını inşa ettiririm. Bu fabrikanın yan kuruluş binaları olacak. Bunları hangi arsa üstüne yaptırırsın? Fabrikanın içindeki makinalar tonla para tutar. "

Hülya:

" Bak Şevko, arsa işini düşünme. İki yıl önce babamın bana yaş günümde armağan ettiği beş bin dönümlük arsa yeter. Birkaç bankada yüklü miktarda hesabım var. Altın, mücevher falan da var. İşe girişelim. Paramız yetmezse kredi çekeriz. Hem babam fabrikayı yarıladığımızı görsün, desteğini esirgemez. "

Şevko ile Hülya iki yıl içinde otomobil fabrikasını hizmete sokup ilk yaptıkları otomobilleri piyasaya sürdü. Otomobiller geniş bir alıcı kitlesi tarafından rağbet gördü ve çok tutuldu. Hülya bir gün Şevko ile birlikte, babasını otomobil fabrikasına götürdü. Fabrikayı gezen baba, Şevko ile Hülya'nın alnından öptü.

Ertesi akşam Şevko iki tanıdığıyla gidip, Hülya'yı babasından istedi. Baba, Hülya'yı Şevko'ya verdi. Bir ay sonra nişan, iki ay sonra düğünleri yapıldı. En lüks otellerde yapılan nişan ve düğüne Türkiye ve dünya jet sosyetesinin tanınmış simaları katıldı. Şevko ile Hülya evlenerek muratlarına erdiler. Hurdacının Aşkı hikayesi de burada sona erdi.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım
 
Güzel bir serüven olmuş. Yeşilçam filmlerini de andırdı biraz. Bence okumaya değer.

Yazıyı uzun bulanlara,
Önce son 3 paragrafı okuyun. Bir fikir sahibi olacaksınız.
Sonra da ilk 3 paragrafı okuyun. Ondan sonra isterseniz devam edin.
İsterseniz devam etmeyin. Ama genel hattı ortaya çıkacak.
 
Peki bu hikayede geçen bir konuda da benim için ticarette hep merak edilen bir soru vardır birileri soruma cevap yazarlarsa sevinirim: Dinimiz ticaret yaparken müşterinin kandırılmasını, hakkı olanı kadar kazanılmasını emreder. Bu hurdacı 20 liraya aldığı malı 60 liraya sattı ve %200 kâr yaptı. Peki bu kazancın temiz olduğu nasıl düşünülebilir ki? Burada temiz olan kazancın kriteri nedir? 20 'ye alıp 30 'a satmak ile 40'a veya 60 'a satmak aynı şeyler değildir bana göre. Belki bana şimdi işin zorluğuna göre kâr değişir diyeceksiniz ama bana şu somut iş ile şu somut maliyete şu somut parayı kazanırsan bu doğrudur diyebilecek arkadaşlar var mı?Kriter nedir?
 
Sanırım yapay zeka yazmış bu hikayeyi
Gümüş Anahtar Efsanesi


Bir zamanlar, Ege kıyılarında Alaçatı adında şirin bir kasaba varmış. Bu kasabada, Azra adında meraklı ve maceracı bir kız yaşarmış. Azra, küçük yaşlardan beri deniz ve denizcilik hikayeleri dinlemeyi çok severmiş. Babası bir denizci olduğu için, Azra deniz kokusunu ve martı çığlıklarını her zaman içine çekerek büyümüş.


Bir gün Azra, babasıyla birlikte denize açılmış. Babası ona balık tutmayı öğretiyormuş. Tam o sırada, Azra'nın oltasına garip bir şey takılmış. Oltayı sudan çekerken, Azra'nın elinde gümüşten yapılmış, antik bir anahtar belirmiş. Anahtar çok güzel ve parlalanıyormuş. Azra, bu anahtarı nereden geldiğini ve ne işe yaradığını merak etmeye başlamış.


Eve döndüğünde Azra, anahtarı büyükannesine göstermiş. Büyükannesi anahtarı görünce şaşırmış ve Azra'ya bu anahtarı atalarının ona miras bıraktığını söylemiş. Anahtarın efsanevi bir mağaranın kapısını açtığına ve mağarada büyük bir hazinenin saklı olduğuna inanılıyormuş.


Azra, hazineyi bulmak için heyecanlanmış. Büyükannesi ona mağaranın yerini göstermiş ve Azra maceraya atılmaya karar vermiş. Ertesi sabah, Azra en yakın arkadaşı Elif'i de yanına alarak mağarayı aramaya koyulmuşlar.


Yolları onları uçurum kenarlarından, gizemli ormanlardan ve derin vadilerden geçirmiş. Azra ve Elif, birçok zorlukla karşılaşmışlar ama pes etmemişler. Sonunda, güneş batarken mağaranın girişini bulmayı başarmışlar.


Mağaranın içi karanlıkmış ve Azra bir fener yakmış. Elif'le birlikte mağaranın derinliklerine doğru ilerlemeye başlamışlar.Duvarlarda garip çizimler ve yazılar varmış. Azra, bu yazıları okuyabilmeyi çok istermiş ama becerememiş.


Bir süre sonra Azra ve Elif, bir odanın önüne gelmişler. Kapıda büyük bir kilit varmış ve Azra'nın elindeki gümüş anahtar tam da bu kilide uyuyormuş. Anahtarı kilide takıp çevirdiğinde kapı gıcırtıyla açılmış.


Azra ve Elif, odanın içine girerken kalpleri heyecanla çarpıyormuş. Odada sandıklar, mücevherler ve altınlar varmış.Efsane gerçekmiş! Azra ve Elif, hazineyi bulmuşlar.


Ancak Azra ve Elif, hazineyi alıp gitmemişler. Hazineyi kasabaya getirip ihtiyacı olan insanlara yardım etmeye karar vermişler. Kasabanın yoksulları için evler yaptırmışlar, okullar inşa etmişler ve hastalara yardım etmişler.


Azra ve Elif'in yaptığı iyilik tüm kasabaya yayılmış. Herkes onları kahramanlar olarak görmeye başlamış. Azra ve Elif,hazinenin gerçek değerinin maddiyat değil, iyilik ve paylaşmak olduğunu anlamışlar.


Gümüş anahtar efsanesi dilden dile dolaşmış ve Azra ve Elif'in hikayesi nesilden nesile aktarılmış. Bu hikaye, bize her zaman doğru olanı yapmanın ve ihtiyacı olanlara yardım etmenin önemini hatırlatıyor.
  • Hikayenin ana karakteri Hurdacı Şevko yerine Elif adında yetim bir kız.
  • Hikayenin geçtiği yer modern bir şehir yerine uzak bir köy.
  • Hikayede hurdacılık ve otomobil fabrikası gibi unsurlar yok.
  • Hikayenin teması aşk ve emek yerine aile, miras ve iyilik üzerine kurulu.
  • Hikayenin sonu mutlu ve iyimser.
 
Cem KARACA (Işıklar içinde uyusun) yıllar önce şarkısını bile yapmış. Tamirci Çırağı... Tamircinin yerine hurdacıyı koy her şey aynı :)
 
Farklı bir son bekliyordum. Yeşil çam klasiği gibi olmuş. Yazanın emeğine sağlık.
 
Sonu beni şaşırtmadı. Lise yıllarında çok uğraşırdım hikaye yazarlığıyla. Okul olarak çıkardığımız birkaç kitapta yayınlanmış hikayelerim var. O zamanlar dergilere de, yarışmalara da arada eser yolluyordum. Yazmak güzel bir uğraş ama biraz daha öykü dergilerini filan okumanızı öneririm. Aylık öykü dergilerine filan da yazılarınızı yollayın. Zamanla daha iyi yerlere gelebilirsiniz. Gidecek yolunuz çok.
 
Okudum.Sonunda bu hikaye gercek; Sevko da gerçekten Turkiyede sifirdan zirveye yükselmiş bir araba markası patronu diyecektim.Ben de Akdenizde tatil yapan, Francisco Googleda calisan bir bayana rastlama ve onunla evlenip Palo Altoya yerleşme hayalini içeren bir hikaye yazacağım.Hkayeniz güzel olmuş kaleminize sağlık.
 
  • Beğen
Tepkiler: omd
Peki bu hikayede geçen bir konuda da benim için ticarette hep merak edilen bir soru vardır birileri soruma cevap yazarlarsa sevinirim: Dinimiz ticaret yaparken müşterinin kandırılmasını, hakkı olanı kadar kazanılmasını emreder. Bu hurdacı 20 liraya aldığı malı 60 liraya sattı ve %200 kâr yaptı. Peki bu kazancın temiz olduğu nasıl düşünülebilir ki? Burada temiz olan kazancın kriteri nedir? 20 'ye alıp 30 'a satmak ile 40'a veya 60 'a satmak aynı şeyler değildir bana göre. Belki bana şimdi işin zorluğuna göre kâr değişir diyeceksiniz ama bana şu somut iş ile şu somut maliyete şu somut parayı kazanırsan bu doğrudur diyebilecek arkadaşlar var mı?Kriter nedir?
pardon nerde yazıyor böyle bir emir merak ettim?
 
Geri
Üst