- Mesajlar
- 778
Hayat… 60, bilemedin 70, hiç çalışmadın diyelim, 75 sene…
En fazla o da… Yaşarsan… Belki… Şanslıysan ya da şanssızsan…
Göçüp gitmek, amellerin sona ermesi ve tüm hayatındaki en küçük bir ayrıntının bile hesabının sorulması an meselesi…
Her bir an ve saniye yanı başımıza gelebilir Hz. Azrail… Pamuk ipliğine bağlı hayatlarda, örümcek ağı hayallerde, yaşayamayacağımız binaları imal
etmek ve onların bitmek tükenmek bilmeyen kredilerini ödemekle meşgulüz…
Kendime bakıyorum şimdi yüksek bir tepeden…
Bozulmuş bir musluktan damla damla akan, ve kimsenin umurunda olmadığı bir selim ben…
Bir sınav girişi çaresizliğindeyim… Yılların emeğini, evde unuttuğu bir kimliğe satan…
Masanın üstüne çıkmaya çalışan minik bir çocuk çaresizliğindeyim…
Masum, tertemiz ve günahsız gözlerle babasından yardım bekleyen…
Belki de bir sonbahar yağmuruyum, durmadan ve saatlerce yağan… her bir damlada Yüce Yaradan’a Hamd’e eden…
Unutmak lazım gelir aslında bunları…
Sonbaharı, yağmuru, aşkı…
İlahi aşkı, sabah namazını, serin bir eylül sabahı hava aydınlanırken, bir çiçeğin üstünde kalan bir damla yağmur damlasını…
Kendime bakıyorum şimdi yüksek bir tepeden…
Evimin bir odasındayım, en geniş odasında…
En güzel koltuğumda oturuyorum…
En güzel köşesinde evimin, rengi gibi kendi de siyah olan, kara bir kutu görüyorum…
Gözler ona, kalpler ona ve beynin her bir hücresi ona dönük…
Adı: TV… Adı plazma, adı LCD, kıl, tüy, yün… Adı şu, adı bu…
Kapitalizm ne beğendiyse bugün ad olarak; bugün adı o, yarın nasıl olsa değişecek, biliyorlar, biliyorum…
Çağdaşlığımız, oda arkadaşımız en hafif tanımlamayla…
Biraz daha ilerisi hayat arkadaşlığı, 40 inçlik bir kara kutuyla…
Bir çıksa odadan, bir bozulsa, çalışmasa, duracak, darmadağın olacak hayat… Şahdamarımız kesilecek… Bitkisel hayat başlayacak…
Her şey anlamsız gelecek, evde analar, babalar, çocuklar, nineler, dedeler anlamsız gözlerle birbirine bakacak…
Hemen yapılmalı bozulan hayat arkadaşı…
Allah korusun, fazla değil 2-3 gün bozuk kalırsa, bitecek uyuşturucunun etkisi, gerçekler su yüzüne çıkacak…
Kıyamet, AHİRET, mizan, hesap… Hepsi bir demir topuz gibi vuracak yüzümüze ve dümdüz edecek hayatımızı…
Sudan çıkmış bir balığım şimdi, onsuz hayatımda…
Balonunu kaçıran bir çocuk…
Deprem sonrası, yıkıntılar altında sesini duyduğu ve yaşadığına Sur’a inandığı kadar inanan bir annenin, çocuğunun cesedini yıllar sonra kimsesizler mezarlığında bulduğundaki çığlıyım ben, içe akan ve çaresiz...
Terkedilmiş bir aşığım ben…
Logar borusuna atılmış ya da şehir çöplüğünde köpeklere terkedilmiş ölü bir cenin, ruhsuz ruhum…
Yok bana yaşamak onsuz, kara kutusuz…
Hacca gitmeyi son anda kaçırmış ömrünün 31 Aralığındaki bir teyze ya da kolu kanadı kırılmış bir minik bir serçeyim ben, ıslanmış, üşümüş ve çaresiz…
Evet, televizyonu elinden alınan milyonlarım ben…
Üşüyorum, sonbahar yağmurunun ıslattığı ince gömleğimin içinde…
Derin bir bakış, bükük bir boyun oluyor hayatım, su koyveriyorum yalnızlığıma…
Bir beyaz bulsam yazacak, bir beyaz sayfa, roman olacak ömrüm, hiç satmayan…
Zindana atılmış bir Kuran Aşığı, nasıl bağlıysa inancına, davasına öyle bağlanmışım Tv’na…
Odamdayım… Duvara bakıyorum…
40 inç’lik televizyonuma değil, duvarda takılı bulunan 40 inç’lik lağım borusuna bakıyorum…
Bir yarışma programı açıyorum şimdi… 180 dakika ya da 10800 saniye… Lağım borusundan içeri akanları izliyorum…
Eğlenerek, severek, mutlu ve huzurlu bir şekilde…
Gelen ağır ve kıvamlı koku, salyalar, irinler, pislikler ise umurumda değil, çerezi oluyor hepsi, bir cumartesi akşamına, o kadar…
Eğlenerek izliyorum…
Çirkefi, kokuşmuşluğu, dedikoduyu, yalanı, aldatmayı, ihtirası izliyorum…
Çıplaklığın normal, giyinik olmanın da anormal bir şey olduğunu görüyorum…
Ve bütün bunlar, ilmek ilmek, nakış nakış hiç çaktırmadan işlenirken beynime ve çocuklarımın beynine, ben patlamış mısırımla birlikte, gazlı içeceğimi yudumluyorum…
Sonra sıkılıp bir dizi açıyorum…120 dakika ya da 7200 saniye… Patlamış lağım borusundan içeri akanları izliyorum… İrin, pislik, b.k… Ne ararsan var içinde…
Yakışıklı bir adam, üçgen vücutlu ve yağlı saçlı… Ardından güzel bir kadın… Ve tabi ki aşk…
Zenginlik ve para uğruna çiğnenmemesi gereken hiçbir değer, inanç, ahlak bırakılmaması gerektiğini öğreniyorum…
Aşk diyorlar adına ama, aslında en büyük esaretimiz olan şehvet uğruna, inandığımız her şeyi, kirletilip atılmış bir mendil gibi atmam gerektiğini öğreniyorum…
Usulca ve çaktırmadan işliyorlar beynime, norönlarıma, snapsislerime, oralarıma buralarıma…
Sonra ardından bir eğlence programı açıyorum… boğaz hizama kadar dolmuş bokun içerisindeyken…
60 dakika, 3600 saniye… Lağım borusundan içeri akanları izliyorum…irin, pislik, b.k… ne ararsan yine var içinde…
Çalışmadan, uğraşmadan, haksız kazanç sağlamanın ne kadar faydalı bir şey olduğunu öğreniyorum…
Dürüstlüğü, insanlığı, helal kazancı, alın terini koymuşuz bir çuvala… Ağzını sıkıca kapatıp, atmışız bodrumun en tenha, en güneşsiz, en karanlık köşesine…
Akşam yemeği olmuş farelere…
Düşünme, yorumlama, sorgulama, üretme ve sürekli tüket…
Bunlara kurmuşlar milyonları, milyarları…
Artık gecenin bir yarısı… mutlu mutlu yatmam lazım şimdi, sıcak yatağıma…
En sevdiğim program, dizi, film, ot b.k ne varsa, yiyerek, içerek, kusarak izledim hepsini…
Şimdi sıcak yatağım beni bekler, ve derin bir uyku,
tavanına kadar b.kla dolmuş odanın içerisinde…
bir ses geliyor içimden, hiç sevmediğim...
Namaz, Kuran…
amaan, o da nereden çıktı şimdi bu güzel gecenin sonunda…
5 saattir televizyonun başındayım, bir an gibi geçti…
10 dakikalık bir yatsı namazı bir ömürdür, tükenmeyen…
Hele Kuran… her bir sayfası, mahpusta geçen bir yıl….
Öldürürüm hemen içimdeki o Namaz diyen, Kuran diyen aykırı sesi…
yatsı namazını kazaya bırakır, bir sayfa Kuran’ı Kerim’i de okumayı veririm ne olacak sanki…
o kadar ağır ki bunları yapmak şimdi…
Taze demiri, güçlü bir mıknatısın çektiği gibi çekiyor beni yatak…
Yatmalıyım, mışıl mışıl…
Evet, arıyorum kendimi bulamıyorum şimdi… nereye koydum, bilen yok…
Bakıyorum şimdi boş gözlerle hayata ve dalıyorum en derin mariana gafletlerinde…
Para everestim, arzularım nil, şehvetim de niagara olmuş…
İnancım nerede, bulamıyorum, bulmaya da hiiç niyetim yok zaten…
Bulmaya da hiç niyetim yok…
Ey Yüce Allah’ım, sonumuzu, ahir ve akıbetlerimizi hayr eyle…
İki cihanda yüzümüzü ak eyle... Son nefesine rahmet meleklerini getirecek bir ömür sürmeyi nasip et…
Ey Yüce Dost, Ey Yüce Arşın sahibi… Ey yoktan var eden Allah’ım… Arşın her yanını dolduran zatının nuru hürmetine, bütün mahlûkata hükmettiğin Kudretinin azametine, her yanı dolduran rahmetinin bereketine senden istiyoruz… Senden başka İlah yoktur…
Ey çaresizlerin çaresi Allah’ım bize yardım et…
ölmeden önce bizi uyandır ve İmanla, Kuranla, Namazla al canımızı…
En fazla o da… Yaşarsan… Belki… Şanslıysan ya da şanssızsan…
Göçüp gitmek, amellerin sona ermesi ve tüm hayatındaki en küçük bir ayrıntının bile hesabının sorulması an meselesi…
Her bir an ve saniye yanı başımıza gelebilir Hz. Azrail… Pamuk ipliğine bağlı hayatlarda, örümcek ağı hayallerde, yaşayamayacağımız binaları imal
etmek ve onların bitmek tükenmek bilmeyen kredilerini ödemekle meşgulüz…
Kendime bakıyorum şimdi yüksek bir tepeden…
Bozulmuş bir musluktan damla damla akan, ve kimsenin umurunda olmadığı bir selim ben…
Bir sınav girişi çaresizliğindeyim… Yılların emeğini, evde unuttuğu bir kimliğe satan…
Masanın üstüne çıkmaya çalışan minik bir çocuk çaresizliğindeyim…
Masum, tertemiz ve günahsız gözlerle babasından yardım bekleyen…
Belki de bir sonbahar yağmuruyum, durmadan ve saatlerce yağan… her bir damlada Yüce Yaradan’a Hamd’e eden…
Unutmak lazım gelir aslında bunları…
Sonbaharı, yağmuru, aşkı…
İlahi aşkı, sabah namazını, serin bir eylül sabahı hava aydınlanırken, bir çiçeğin üstünde kalan bir damla yağmur damlasını…
Kendime bakıyorum şimdi yüksek bir tepeden…
Evimin bir odasındayım, en geniş odasında…
En güzel koltuğumda oturuyorum…
En güzel köşesinde evimin, rengi gibi kendi de siyah olan, kara bir kutu görüyorum…
Gözler ona, kalpler ona ve beynin her bir hücresi ona dönük…
Adı: TV… Adı plazma, adı LCD, kıl, tüy, yün… Adı şu, adı bu…
Kapitalizm ne beğendiyse bugün ad olarak; bugün adı o, yarın nasıl olsa değişecek, biliyorlar, biliyorum…
Çağdaşlığımız, oda arkadaşımız en hafif tanımlamayla…
Biraz daha ilerisi hayat arkadaşlığı, 40 inçlik bir kara kutuyla…
Bir çıksa odadan, bir bozulsa, çalışmasa, duracak, darmadağın olacak hayat… Şahdamarımız kesilecek… Bitkisel hayat başlayacak…
Her şey anlamsız gelecek, evde analar, babalar, çocuklar, nineler, dedeler anlamsız gözlerle birbirine bakacak…
Hemen yapılmalı bozulan hayat arkadaşı…
Allah korusun, fazla değil 2-3 gün bozuk kalırsa, bitecek uyuşturucunun etkisi, gerçekler su yüzüne çıkacak…
Kıyamet, AHİRET, mizan, hesap… Hepsi bir demir topuz gibi vuracak yüzümüze ve dümdüz edecek hayatımızı…
Sudan çıkmış bir balığım şimdi, onsuz hayatımda…
Balonunu kaçıran bir çocuk…
Deprem sonrası, yıkıntılar altında sesini duyduğu ve yaşadığına Sur’a inandığı kadar inanan bir annenin, çocuğunun cesedini yıllar sonra kimsesizler mezarlığında bulduğundaki çığlıyım ben, içe akan ve çaresiz...
Terkedilmiş bir aşığım ben…
Logar borusuna atılmış ya da şehir çöplüğünde köpeklere terkedilmiş ölü bir cenin, ruhsuz ruhum…
Yok bana yaşamak onsuz, kara kutusuz…
Hacca gitmeyi son anda kaçırmış ömrünün 31 Aralığındaki bir teyze ya da kolu kanadı kırılmış bir minik bir serçeyim ben, ıslanmış, üşümüş ve çaresiz…
Evet, televizyonu elinden alınan milyonlarım ben…
Üşüyorum, sonbahar yağmurunun ıslattığı ince gömleğimin içinde…
Derin bir bakış, bükük bir boyun oluyor hayatım, su koyveriyorum yalnızlığıma…
Bir beyaz bulsam yazacak, bir beyaz sayfa, roman olacak ömrüm, hiç satmayan…
Zindana atılmış bir Kuran Aşığı, nasıl bağlıysa inancına, davasına öyle bağlanmışım Tv’na…
Odamdayım… Duvara bakıyorum…
40 inç’lik televizyonuma değil, duvarda takılı bulunan 40 inç’lik lağım borusuna bakıyorum…
Bir yarışma programı açıyorum şimdi… 180 dakika ya da 10800 saniye… Lağım borusundan içeri akanları izliyorum…
Eğlenerek, severek, mutlu ve huzurlu bir şekilde…
Gelen ağır ve kıvamlı koku, salyalar, irinler, pislikler ise umurumda değil, çerezi oluyor hepsi, bir cumartesi akşamına, o kadar…
Eğlenerek izliyorum…
Çirkefi, kokuşmuşluğu, dedikoduyu, yalanı, aldatmayı, ihtirası izliyorum…
Çıplaklığın normal, giyinik olmanın da anormal bir şey olduğunu görüyorum…
Ve bütün bunlar, ilmek ilmek, nakış nakış hiç çaktırmadan işlenirken beynime ve çocuklarımın beynine, ben patlamış mısırımla birlikte, gazlı içeceğimi yudumluyorum…
Sonra sıkılıp bir dizi açıyorum…120 dakika ya da 7200 saniye… Patlamış lağım borusundan içeri akanları izliyorum… İrin, pislik, b.k… Ne ararsan var içinde…
Yakışıklı bir adam, üçgen vücutlu ve yağlı saçlı… Ardından güzel bir kadın… Ve tabi ki aşk…
Zenginlik ve para uğruna çiğnenmemesi gereken hiçbir değer, inanç, ahlak bırakılmaması gerektiğini öğreniyorum…
Aşk diyorlar adına ama, aslında en büyük esaretimiz olan şehvet uğruna, inandığımız her şeyi, kirletilip atılmış bir mendil gibi atmam gerektiğini öğreniyorum…
Usulca ve çaktırmadan işliyorlar beynime, norönlarıma, snapsislerime, oralarıma buralarıma…
Sonra ardından bir eğlence programı açıyorum… boğaz hizama kadar dolmuş bokun içerisindeyken…
60 dakika, 3600 saniye… Lağım borusundan içeri akanları izliyorum…irin, pislik, b.k… ne ararsan yine var içinde…
Çalışmadan, uğraşmadan, haksız kazanç sağlamanın ne kadar faydalı bir şey olduğunu öğreniyorum…
Dürüstlüğü, insanlığı, helal kazancı, alın terini koymuşuz bir çuvala… Ağzını sıkıca kapatıp, atmışız bodrumun en tenha, en güneşsiz, en karanlık köşesine…
Akşam yemeği olmuş farelere…
Düşünme, yorumlama, sorgulama, üretme ve sürekli tüket…
Bunlara kurmuşlar milyonları, milyarları…
Artık gecenin bir yarısı… mutlu mutlu yatmam lazım şimdi, sıcak yatağıma…
En sevdiğim program, dizi, film, ot b.k ne varsa, yiyerek, içerek, kusarak izledim hepsini…
Şimdi sıcak yatağım beni bekler, ve derin bir uyku,
tavanına kadar b.kla dolmuş odanın içerisinde…
bir ses geliyor içimden, hiç sevmediğim...
Namaz, Kuran…
amaan, o da nereden çıktı şimdi bu güzel gecenin sonunda…
5 saattir televizyonun başındayım, bir an gibi geçti…
10 dakikalık bir yatsı namazı bir ömürdür, tükenmeyen…
Hele Kuran… her bir sayfası, mahpusta geçen bir yıl….
Öldürürüm hemen içimdeki o Namaz diyen, Kuran diyen aykırı sesi…
yatsı namazını kazaya bırakır, bir sayfa Kuran’ı Kerim’i de okumayı veririm ne olacak sanki…
o kadar ağır ki bunları yapmak şimdi…
Taze demiri, güçlü bir mıknatısın çektiği gibi çekiyor beni yatak…
Yatmalıyım, mışıl mışıl…
Evet, arıyorum kendimi bulamıyorum şimdi… nereye koydum, bilen yok…
Bakıyorum şimdi boş gözlerle hayata ve dalıyorum en derin mariana gafletlerinde…
Para everestim, arzularım nil, şehvetim de niagara olmuş…
İnancım nerede, bulamıyorum, bulmaya da hiiç niyetim yok zaten…
Bulmaya da hiç niyetim yok…
Ey Yüce Allah’ım, sonumuzu, ahir ve akıbetlerimizi hayr eyle…
İki cihanda yüzümüzü ak eyle... Son nefesine rahmet meleklerini getirecek bir ömür sürmeyi nasip et…
Ey Yüce Dost, Ey Yüce Arşın sahibi… Ey yoktan var eden Allah’ım… Arşın her yanını dolduran zatının nuru hürmetine, bütün mahlûkata hükmettiğin Kudretinin azametine, her yanı dolduran rahmetinin bereketine senden istiyoruz… Senden başka İlah yoktur…
Ey çaresizlerin çaresi Allah’ım bize yardım et…
ölmeden önce bizi uyandır ve İmanla, Kuranla, Namazla al canımızı…