Okullar yaratıcılığı öldürüyor-Ken Robinson(video)
Dünya üzerindeki her eğitim sistemi aynı konu hiyerarşisine sahip. En tepede matematik ve diller, sonra insani bilimler ve en altta sanat.
"Zeka hakkında üç şey biliyoruz. Birincisi, türlü türlü olduğu. Dünyayı tecrübe ettiğimiz yollar ile düşünüyoruz. Görsel olarak düşünüyoruz, sesli düşünüyoruz, kinestetik olarak düşünüyoruz. Soyut olarak düşünüyoruz, hareket şeklinde düşünüyoruz. İkincisi ..."
Bu sözlerin devamını dinlemenizi, okumanızı öneririz.
Sir Ken Robinson, yaratıcılığı (baltalamaktan ziyade) besleyen bir eğitim sistemi yaratma ülküsünü eğlenceli ve son derece sürükleyici bir üslupla bizlerle paylaşıyor.
Konferans boyunca üç tema vardı işlenen, değil mi, ki aslına bakarsanız bu temalar benim konuşmak istediğim konu ile doğrudan ilintiliydi. Bunlardan ilki, bütün bu sunumların ve buradaki insanların, insan doğasındaki yaratıcılık eğilimine başlı başına kanıt teşkil etmesi. Çeşitliliğine ve genişliğine bir bakınız sadece. İkincisi ise gelecek teması altında yapılmış konuşmalar, aslına bakarsanız, bizi öyle bir pozisyona soktu ki ileride gerçekten ne olacağı konusunda neredeyse hiç bir fikrimiz yok. Gelecekte ne olur, ne biter öngöremiyoruz.
Eğitim konusuyla ilgiliyim-- aslında bana sorarsanız, eğitime karşı herkesin az çok bir ilgisi olduğunu düşünüyorum. Öyle değil mi? Misal, ben şunu çok ilginç buluyorum. Eğer bir akşam yemeğine davet edilmiş iseniz ve eğitim ile ilgili çalıştığınızı söylerseniz aslında dürüst olmak gerekirse, eğer eğitim konusunda çalışmalar yürütüyorsanız, akşam yemeği partilerinde pek sık boy gösteremezsiniz. (Kahkaha) Çünkü gayet kimse sizi çağırmaz. Ve olur da eskaza birisine iştirak etmiş olursanız, bir dahaki sefer için de davet edilmek aklınızın ucundan geçmesin, ki bu bana hep garip gelmiştir. Ama olur da orada bulunursanız ve kimliğinizi afişe ederseniz hani bilirsiniz işte, "Ne ile uğraşıyorsun?" diye sorarlar ve siz onlara eğitim işi ile uğraştığınızı söylerseniz ardından yüzlerinin renk attığını görebilirsiniz. Gayet şu haldedirler, "Aman tanrım," bilirsiniz işte, "Neden ben? Bütün hafta boyunca dışarıda geçirdiğim tek gecede hem de" (Kahkaha) Ama eğer onlara kendi aldıkları eğitimi soracak olursanız sizi köşeye sıkıştırırlar. Çünkü bu insanların içinde olan şeylerden biridir, haksız mıyım? Din, para ve diğer şeylerde olduğu gibi. Eğitime büyük bir ilgim var, ve hepimizin olduğunu düşünüyorum. Gerçekten eğitime karşı büyük haklı bir ilgimiz var, ve kısmen bunun sebebi, eğitimin bizleri o hakkında hiç bir fikrimizin olmadığı geleceğe taşıyacak olan yegane araç olması. Eğer düşünecek olursanız, bu yıl okula başlayan çocuklar 2065 yılında emekli olmuş olacaklar. Geçtiğimiz dört gün boyunca önümüze sunulan bütün uzman görüşlere rağmen, dünyanın sadece beş yıl içerisinde bile neye benzeyeceği kimse tarafından tahmin edilemiyor. Ve bizler bu belirsiz gelecek için onları eğitmekle hükümlüyüz. Olaya böyle baktığımızda mevzu bahis tahmin edilememezlik gerçekten korkutucu boyutlarda.
Ve üçüncü olarak herşeye rağmen, çocukların sahip olduğu olağanüstü kapasite konusunda hepimiz hemfikiriz. Özellikle söz konusu yeni fikirler olduğunda. Mesela, Sirena dün gece harikuladeydi. Öyle değil mi? Sadece ne yapabildiğini görmekten bahsediyorum. Ve o istisnai bir örnek, fakat bana sorarsanız çocukluk dönemini bir bütün olarak ele aldığınızda görürsünüz ki çok da istisnai bir durum değil. Sirena'ya baktığınızda göreceğiniz şey, yeteneğini keşfedip olağanüstü bir adanmışlıkla bunun üstüne giden bir insandır. Ve benim argümanım şudur ki; bütün çocuklar inanılmaz yeteneklere sahiptir. Ve bizler onları harcıyoruz, hem de acımasızca. Böylelikle, bugün burada eğitim ve sahip olduğumuz yaratıcılık hakkında konuşmak istiyorum. Bana sorarsanız şu an yaratıcılık en az okur-yazarlık kadar eğitimde önemli ve bizler aynı statüdeymişcesine muamele etmeliyiz. (Alkış) Teşekkürler. Bu kadardı, konuşmam bitti. Çok teşekkür ederim. (Kahkaha) Neyse, hala 15 dakikamiz var. Evet, ben doğduğumda -- hayır. (Kahkaha)
Geçenlerde harika bir hikaye duydum -- Anlatmaya bayılıyorum -- Resim dersindeki küçük bir kız hakkında. Altı yaşında, en arkada oturmuş, resim yapan bir kız. ve öğretmenine soracak olursanız bu küçük kız derse hemen hemen hiç ilgi göstermiyordu. O gün hariç. O gün nedense bütün ilgisi yaptığı resimdeydi. Öğretmenin ağzı açık kalmış tabii bu durum karşısında. Kızın yanına yaklaşmış, ve sormuş, "Ne çiziyorsun?" "Tanrı'nın resmini çiziyorum", demiş kız. "Ama hiç kimse Tanrı'nın nasıl göründüğünü bilmiyor.", demiş öğretmen. "Problem değil, bir dakika içinde bilecekler", demiş kız. (Kahkaha)
Oğlum İngiltere'de dört yaşındayken -- aslında her yerde dört yaşındaydı, dürüst olmak gerekirse. (Kahkaha) Tamam tamam, nereye giderse gitsin, o yıl dört yaşındaydı. Doğum (Hz.İsa'nın doğumu) oyununda bir rolü vardı. Hikayeyi hatırlıyor musunuz? Gülmeyin, önemli bir hikaye. Gerçekten önemli bir hikaye, hatta Mel Gibson serisini çekmişti. Belki görmüşsünüzdür: "Doğum II". Neyse, James, Joseph rolünü almıştı ki biz bu konuda epey heyecanlıydık. Ne de olsa biz bunu başrollerden biri olarak düşünüyorduk. Mekanı "Joseph, James Robinson'dur." yazılı tişörtler giyen bir sürü insanla doldurmuştuk. (Kahkaha) Konuşmasına gerek yoktu, ama o bölümü bilirsiniz hani üç kralın geldiği. Hediyeler sunmak için gelirler, ve altın, tütsü ve mür getirirler. Bu gerçekten oldu. Orada oturuyorduk ve sanırsam o sırada replik sırasını karıştırdılar, çünkü daha sonra küçük çocukla konuştuk ve sorduk, "Sence doğru oldu mu?". O da, "Evet, niye, yanlış mıydı?" demişti. Sadece sırayı karıştırmıslardı bence, o kadar. Her neyse 3 çocuk sahneye geldi, kafalarında çay süzgeci olan dört yaşındaki çocuklar, ve kutuları yere bıraktılar. ve ilk çocuk "Sana altın getirdim", dedi. Ve ikinci çocuk, "Sana mür getirdim", dedi. Ve üçüncüsü, "Bunu Frank gönderdi." (Kahkaha) (Burada ingilizce kelime oyunu var. frankincense -> frank sent this)
Bütün bunların ortak noktası şu ki; çocuklar şanslarını denemekten korkmayacaklar. Bilmeseler de, devam edecekler. Haklı değil miyim? Yanlış yapmaktan korkmuyorlar. Şimdi, yanlış yapmak yaratıcı olmakla aynı şeydir demek istemiyorum. Bildiğimiz şu ki, eğer yanlış yapmaya hazırlıklı değilseniz, hiç bir zaman orijinal birşey bulamazsınız. Eğer yanlış yapmaya hazırlıklı değilseniz. Ve zamanla yetişkin olduklarında, çoğu çocuk bu kapasitesini yitiriyor. Yanlış yapmaktan korkar hale geliyorlar. Ve firmalarımızı da bu şekilde yönetiyoruz, yeri gelmişken. Hataları damgalıyoruz. Ve mevcut ulusal eğitim sistemlerimizde de bir çocuğun yapabileceği en kötü şey "hatalar"dır. Ve sonuç şu ki insanları yaratıcı kapasitelerinin dışına yönelik eğitiyoruz. Picasso bir keresinde, Bütün çocukların sanatçı olarak doğduklarını söylemiş. Problem büyüdüğümüzde de sanatçı olarak kalabilmekte. Şuna yürekten inanıyorum: bizler yaratıcılık özelliğimize yönelik değil, aksi yönde büyüyoruz. Ya da daha doğrusu, ondan uzaklaştırılacak şekilde eğitiliyoruz. Peki, niye bu, bu şekilde oluyor?
Beş yıl öncesine değin Stratford-on-Avon'da yaşadım. Hatta Stratford'tan Los Angeles'a taşındık. Ne kadar kesintisiz bir geçiş olduğunu hayal edebilirsiniz (Kahkaha) Aslında, Snitterfield denilen bir yerde yaşadık, Stratford'un biraz dışında, Shakespeare'in babasının doğduğu yerde. Bunu söylediğimde yeni bir düşünceye gark oldunuz mu? Ben öyle olmuştum. Shakespeare'in bir babası olduğunu hiç düşünmemiştiniz, öyle değil mi? Öyle değil mi? Çünkü Shakespeare'i bir çocuk olarak düşünmemiştiniz, değil mi? Shakespeare yedi yaşında? Ben hiç düşünmemiştim. Demek istiyorum ki, O da bir zamanlar yedi yaşındaydı. O da birinin İngilizce sınıfındaydı bir zamanlar, öyle değil mi? Ne kadar da rahatsız edici olmalı. (Kahkaha) "Daha fazla çalışmalısın". Babası tarafından yatağa gönderilmiştir, bilirsiniz, Shakespeare'e," Hemen yatağa git, şimdi", William Shakespeare'e, "ve kalemi bırak. Ve bu şekilde konuşmayı kes. Herkesin kafasını karıştıyorsun." (Kahkaha)
Neyse, Stratford'tan Los Angeles'a taşındık, ve bu geçiş hakkında birşey söylemek istiyorum, aslında. Oğlum gelmek istemedi. İki çocuğum var. O şu an 21; kızım 16. Los Angeles'a gelmek istemedi. Orayı sevmişti, ama İngiltere'de bir kız arkadaşı vardı. Hayatının aşkı, Sarah. Onu bir aydır tanıyordu. Uyarayım, dördüncü yıl dönümlerini kutlamışlardı, çünkü 16 yaşındayken bir ay göründüğünden daha uzun gelir insana. Neyse, uçaktayken gerçekten çok üzgündü, ve "Bir daha hiç bir zaman Sarah gibi bir kız bulamayacağım", demişti. Ve bunun böyle olmasından, açıkça söylemek gerekirse, biz gayet memnunduk, çünkü halihazırda ülkeden ayrılma sebebimiz o kızın ta kendisiydi. (Kahkaha)
Ama Amerika'ya taşınınca bir şeyin farkına varıyorsunuz, ve dünyada yolculuk yaparken: dünya üzerindeki her eğitim sistemi aynı konu hiyerarşisine sahip. Hepsi. Nereye giderseniz gidin. Öbür türlü olacağını sanıyorsunuz ama, öyle değil. En tepede matematik ve diller, sonra insani bilimler, ve en altta sanat. Dünyada heryerde. Ve yine her sistemde, sanat dahilinde de bir hiyerarşi var. Resim ve müziğe normal olarak daha fazla ağırlık veriliyor okullarda drama ve dansa kıyasla. Ve gezegenimizde çocuklara hergün matematik öğrettiğimiz şekliyle dans öğretilen bir eğitim sistemi yok. Neden? Neden olmasın? Bence bu soru daha önemli. Matematiğin çok önemli olduğunu düşünüyorum, ama dans da öyle. Eğer izin verilirse çocuklar her zaman dans ederler, hepimiz ederiz. Hepimizin vücudu var, değil mi? Bir toplantı mı kaçırdım? (Kahkaha) Gerçekten, olan şu ki, çocuklar büyüdükçe, onları belden yukarı doğru artan bir şekilde eğitmeye başlıyoruz. Ve daha sonra kafalarına odaklanıyoruz. Ve hafifçe bir tarafa doğru. (Meraklısına beynin sol lobunun işlevi hakkında araştırma yapması tavsiye edilir.)
Eğer bir uzaylı olarak eğitimi ziyaret edecek olsanız, ve deseniz "Halk eğitimi, ne içindir?" Eğer çıktıya bakacak olursanız, bence şu karara varırsınız, kim başarılı olarak addediliyor, kim herkesin yaptığını yapıyorsa, kim ödüllendirilmişse , kim kazanlarsa-- Eğitimin bütün amacının şu olduğu kararına varırsınız bütün dünyada üniversite profesörleri yetiştirmek. Öyle değil mi? En tepedeki insanlar onlardır. Ben de onlardan biriyim, ne var yani?! (Kahkaha) Ve ben şahsen profesörleri severim, ama onları bütün insanlığın varabildiği en üst başarı noktası olarak görmemeliyiz O da sadece bir yaşam şekli. Fakat tabii daha nadir bulunan bir yaşam şekli. ve bunu onlara değer verdiğim için söylüyorum. Profesörler hakkında acaip bir durum var, tecrübeme dayanarak söylüyorum hepsi değil ama, genellikle -- bir çoğu kafalarının içinde yaşıyorlar. Orada yaşıyorlar, ve kısmen bir tarafa doğru. (Bu noktada beynin sol lobuna gönderme yapıyor) Hatta kelimenin tam anlamıyla bedenlerinden soyutlanmışlardır neredeyse. Öyle ki, "beden" onlara tek bir şey ifade eder o da kafalarını taşımak için yegane araç olmasıdır. (Kahkaha) Kafalarını toplantılara bu şekilde götürürler. İnsanın beden dışı deneyim (Otoskopi) yoluyla kendini yukarıdan görebilmesine bir kanıt istiyorsanız profesörlerin konuştuğu bir konaklamalı bir konferansa katılın, ve son gece eğlencesi olan diskoya gidin onlarla beraber. (Kahkaha) Ve orada göreceksiniz, yaşını başını almış kadınlar ve erkekler kontrolsüz bir şekilde, ritm ile uyumsuz bir halde kıvırıyorlar bekliyorlar ki bitsin, böylelikle eve gidip bu gece hakkında bir makale yazabilsinler.
Şu anda bizim eğitim sistemimiz akademik yetenekler göz önünde bulundurularak dizayn edilmiştir. Ve bunun böyle gerçekleşmesinin bir sebebi vardı. Bütün sistem 19. yüzyıldan önce, dünya çapında ortalıkta herhangi bir eğitim sistemi yokken ilk defa ortaya çıktı. Ve dahası hepsi endüstrileşmenin ihtiyacını karşılamak♪ üzere oluşturuldu. Bu yüzden hiyerarşinin temelinde iki fikir var. Birincisi, en tepede iş sahası için en faydalı konular yer alacak Hatta bu yüzden büyük ihtimalle siz de okuldayken hoşlandığınız şeylerden, eğer böyle devam ederseniz bir işe sahip olamayacağınız söylenerek uzaklaştırıldınız. Öyle değil mi? Müzikle uğraşma, müzisyen olmayacaksın; resim yapma, ressam olmayacaksın. İyi tavsiye-- fakat şimdi görüyoruz ki büyük bir yanılgı. Bütün dünya köklü bir değişim girdabına girdi. Ve ikincisi, zeka algımızı domine eden akademik yetenek, çünkü sistemi üniversiteler dizayn etti. Eğer bütün dünyadaki eğitim sistemlerini düşünürseniz, halk eğitimi öğrencileri üniversiteye hazırlayan bir süreçtten öte bir anlam taşımamaktadır. Ve sonuç olarak bir çok yetenekli, zeki, yaratıcı insan aslında hiç de öyle olmadıklarını düşünüyor, çünkü okulda iyi oldukları şeylere değer verilmiyor, ya da daha fenası küçümseniyor. Ve bence bu şekilde devam ederek durumu kurtaramayız.
UNESCO'ya göre gelecek 30 yılda dünya çapında tarihin başlangıcından bu yana olduğundan daha fazla insan mezun olmuş olacak. Daha fazla insan, bu konuştuğumuz bütün bu şeylerin bileşimi-- teknoloji ve onun dönüşümü iş, demografi ve nüfustaki dev patlama. Birden, lisans derecelerinin pek kıymeti kalmadı. Doğru değil mi? Ben öğrenciyken eğer lisans dereceniz varsa bir işiniz olurdu. Eğer işiniz olmadıysa bu istemediğiniz içindi. Ve doğruyu söylemek gerekirse ben istemiyordum. (Kahkaha) Ama şimdi lisans derecesine sahip çocuklar eve video oyunu oynamaya geri dönüyorlar, çünkü bir önceki işinizde lisans derecesine ihtiyacınız varken şimdi mastera ihtiyacınız var ve şimdi bir başkası içinde doktoraya ihtiyacınız var. Bu bir akademik enflasyon süreci. Ve bu demek oluyor ki bütün sistem ayaklarımızın altından kayıp gitmekte. Zeka algımızı köklü bir şekilde yeniden düşünmeye ihtiyacımız var.
Zeka hakkında üç şey biliyoruz. Birincisi, türlü türlü olduğu. Dünyayı tecrübe ettiğimiz yollar ile düşünüyoruz. Görsel olarak düşünüyoruz, sesli düşünüyoruz, kinestetik olarak düşünüyoruz. Soyut olarak düşünüyoruz, hareket şeklinde düşünüyoruz. İkincisi, zeka dinamiktir. Dün izlediğimiz sunumlardaki gibi , insan beynindeki etkileşimlere bakarsanız, zeka mükemmel bir şekilde etkileşimlidir. Beyin bölümlere ayrılmamıştır. Aslını bakarsak, yaratıcılık-- değerli orijinal fikirlere sahip olma aşaması olarak tanımladığım süreç -- çoğu kez bir disipline ait olguyu başka bir disiplinle ifade etmekten geçiyor.
Beynin böyle olmasının amacı var -- bu arada Corpus callosum denilen, beynin iki lobunu birleştiren bir sinir ağı vardır. Kadınlarda daha kalındır. Dün Helen'in yaptığı sunumdan yola çıkarak, kadınların muhtemelen bu yüzden aynı anda bir çok iş yapabildiğini düşünüyorum. Çünkü öylesiniz, değil mi? Bu konuda yığınla araştırma var, ama ben kendi özel hayatımdan biliyorum. Eğer karım evde yemek yapıyorsa-- pek sık olmasada, şükür ki. (Kahkaha) Ama bilirsiniz, yapıyor-- hayır, bazı şeylerde iyidir-- ama işte eğer yemek yapıyorsa, aynı anda telefonla konuşuyordur, çocuklarla konuşuyordur, tavanı boyuyordur, burada açık-kalp ameliyatı yapıyordur. Eğer ben yemek yapıyorsam, kapı kapalıdır, çocuklar dışarıdadır, telefonu meşgule bırakmışımdır, eğer o mutfağa gelirse rahatsız olurum Derim ki, "Terry, lütfen, burada yumurta yapmaya çalışıyorum. Müsade eder misin?" (Kahkaha) Hani eski bir felsefi düşünce vardır, eğer ormanda bir ağaç düşerse ve bunu hiç kimse duymazsa, Bu gerçekleşmiş midir? Bu eski hikayeyi hatırlıyorsunuz? Geçenlerde çok harika bir tişört gördüm üzerinde şey yazıyordu " Eğer bir adam ormanda aklından geçeni söylerse, ve onu hiç bir kadın duymazsa, hala haksız mıdır?" (Kahkaha)
Ve zeka hakkındaki üçüncü şey, kendine özgü olmasıdır. Şu an yeni bir kitap yazıyorum adı "Tezahür", insanlarla yeteneklerini nasıl keşfettiklerine dair yapılan röportajlarından oluşuyor. İnsanların vardıkları noktalara nasıl geldiklerine hayran kalıyorum. Belki daha çoğu insanın duymadığı, Gillian Lynne, adındaki harika kadın ile yaptığı konuşmadan esinlenmiştim bu kitabı. Onu duymuş muydunuz? Bazıları duymuş. O bir kareograf ve herkes onun yaptığı işleri bilir. "Cats" ve "Phantom of Opera" yı yaptı. O harikadır. İngiltere'de Royal Ballet'te bulundum gördüğünüz gibi. Neyse, Gillian ve ben bir gün öğle yemeği yedik ve dedim ki, "Gillian, nasıl dansçı oldun?" Ve o ilginç bir hikayesi olduğunu söyledi, okuldayken, gerçekten ümitsizmiş. Ve okul, 30'lu yıllarda, ebeveynlerine yazı göndermiş, yazıda diyormuş ki "Biz Gillian'da öğrenme bozukluğu olduğunu düşünüyoruz. Konsantre olamıyormuş, durduğu yerde duramıyormuş. Bence şimdi olsaydı hiperaktif olduğunu söylerlerdi? Öyle değil mi? Ama bu 1930'lu yıllarda oluyor, ve daha o zaman hiperaktivite bulunmamıştı. Mevcut bir durum değildi. (Kahkaha) İnsanlar buna sahip olabileceklerinin farkında değillerdi.
Neyse, bir uzmanı görmeye gitmişler, annesi ile birlikte. O uzaktaki bir sandalyede ellerinin üzerine oturmuş beklerken, annesi 20 dakika boyunca bu uzman ile Gillian'ın yaşadığı problemleri konuşmuş. İşte insanları rahatsız ettiğinden ödevini her zaman geç verdiğinden gibi gibi, işte 8 yaşındaki bu küçük kızın sebep olduğu sorunlar. Sonunda doktor annesinin yanından ayrıplıp Gillian'ın yanına oturmuş. ve demiş ki, "Gillian annenin bana anlattığı herşeyi dinledim ve onunla özel olarak konuşmam gerekiyor." Demiş ki, "Burada bekle, döneceğiz, uzun sürmeyecek." ve onu orada bırakıp annesi ile ayrılmışlar. Ama onlar odadan çıkarken masasının üzerinde duran radyoyu açmış doktor. Ve onlar odadan çıkınca, annesine, "Sadece dur ve onu izle", demiş. Ve onlar odadan çıkar çıkmaz o ayaklarının üzerinde, müziğe doğru hareket ettiğini söyledi. Ve onlar birkaç dakika onu dışarıdan izlemişler. ve uzman annesine dönüp, "Bayan Lynne, Gillian hasta değil, o bir dansçı. Onu bir dans okuluna götürün", demiş.
"Ne oldu?" dedim, Dedi ki "Evet beni bir dans okuluna götürdü. Sana ne kadar harika olduğunu anlatamam. Bir odaya girdik ve orası benim gibi insanlarla doluydu. Kıpır kıpır insanlarla. Düşünmek için hareket etmesi gereken insanlarla. Düşünmek için hareket etmesi gereken. Bale yaptılar, step yaptılar, jazz yaptılar modern dans yaptılar, çağdaş dans yaptılar. Sonunda Royal Bale'ye giriş sınavına katıldı, orada dansçı oldu, Royal Bale'de mükemmel bir kariyeri oldu. Nihayet Royal Bale Okulu'ndan mezun oldu ve kendi şirketini kurdu, Gillian Lynne Dans Şirketi, Andrew Lloyd Weber'le tanıştı. Tarihteki en başarılı müzikaller yapımların bazılarından sorumlu oldu, milyonlara keyif verdi. ve o bir multi-milyoner. Bir başkası ona ilaç tedavisi verip ona sakinleşmesini söyleyebilirdi.
Şimdi, Düşünüyorum -- (Alkış) Şuraya geliyor: Önceki akşam Al Gore konuştu ekoloji hakkıında, ve Rachel Carson tarafından başlatılan devrim hakkında. Gelecek için tek umudum insan ekolojisi için yeni bir anlayışı bizlere adapte etmek, ki bu anlayış dahilinde insanın sahip olduğu kapasitenin ne kadar zengin olduğunun farkına varmaktır. Eğitim sistemimiz, bizlerin dünyayı belli bir yer altı zenginliği için kazdığımız gibi aklımızı kazmakta. Ve gelecek için bu şekliyle aklımız yeterli hizmeti veremeyecek. Çocuklarımızı eğitirken ki ana prensiplerimizi yeniden düşünmeliyiz. Jonas Salk'tan mükemmel bir alıntı yapacağım "Eğer bütün böcekler dünyadan yokolacak olsaydı, 50 yıl içerisinde dünyada hayat sona ererdi. Eğer insanoğlu dünyadan yok olsaydı, 50 yıl içerisinde bütün yaşam kendini yeniler ve gelişirdi." Ve o haklı.
TED'in bugün burada kutladığı şey insanın sahip olduğu hayalgücüdür. Bu bir hediyedir bizler için. Ve şimdi bu hediyeyi kullanırken dikkatli olmalıyız, akıllı davranarak, bu senaryoların gerçekleşmesine meydan vermemeliyiz. Ve bunu yapabilmemizin tek yolu yaratıcı kapasitelerimizi görerek, onların zenginliğinin farkına vararak, ve çocuklarımızın bunu gerçekleştimek için umudumuz olduğunu görerek olacaktır. Ve hedefimiz onların varlığını bir bütün olarak eğitmek, ki böylelikle onlar bu gelecekle yüzleşebilsinler. Bu arada -- biz bu geleceği göremeyebiliriz. ama onlar görecekler. Ve bizim işimiz onların bu gelecekten ortaya bir şeyler çıkarmalarına yardım etmek. Çok teşekkür ederim.