Stephen Hawking Haklı Mı Çıkacak? Ölümsüzlük Bulundu Mu?

Kodla Büyü

inikat

Süper Üye
Süper Üye
Mesajlar
1,274

Yayını Youtube üzerinden izleyemiyorsanız;

BBNET Medya kanalından izlemek için aşağıdaki linke tıklayın:

Stephen Hawking Haklı Mı Çıkacak Ölümsüzlük Bulundu Mu ?

Stephen Hawking'in aramızdan ayrıldığı gün yine başka bir fizikçi olan Michio Kaku'nun Geleceğin Fiziği Kitabının incelemesini yaptım. Video ile ilgili görüşlerinizi paylaşın ki daha iyileriyle tekrar karşısında olabileyim.

Tabi kanalıma abone olmayı da unutmayın.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Yapay zekanın insan zekasının önüne geçebileceğini...
Dünyanın yaşanabilir olmayacağını, terk etmemiz gerektiğini..
Bu ikisi biraz mantıklı geldi.. Çünkü bir sürü beynini kullanmayan, arsız, doyumsuz bireyler maalesef yetişmeye başladı.. sapık televizyon dizileri tv kanalarını adeta kanalizasyona çevirdi..
İklimler değişti..Hiçbir şeyin, meyvenin, ekmeğin, havanın, suyun tadı yok.. Hep hormon hep katkılı ürünler..
Bu da videonun altına benden nacizane bir yorum olsun @inikat hocam ;)
 
Çok güzel bir katkı oldu sayın @dengem,
aslında sırf dediğiniz sebeplerle bile başka bir yaşam mümkün anlayışını aşılamak lazım etrafımızdakilere. Bu noktada da bize çok iş düşüyor
 
“Bilim adamlarının, Turritopsis Dohrnii olarak adlandırdıkları bir tür denizanası, ölmüyor!” şeklindeki bilginin sınırlarını tespit etmek, yani bu ölümsüzlük süresinin ne anlama geldiğini söylemek zordur. Böyle bir denizanasının binlerce yıl yaşadığı tespit edilmiş midir? Böyle bir şeyin gerçek olması durumunda, Kur’an’la çelişir bir tarafının olup olmadığı hususuna gelelim:

Kur’an şöyle buyuruyor:

- “Her nefis ölümü tadacaktır.” (Al-i İmran, 3/185; Enbiya, 21/35, Ankebut, 29/57)

- “Allah’ın Zât-ı Akdesi dışında her şey helak/yok olacaktır. Hüküm O’nundur ve hepiniz O’nun huzuruna götürüleceksiniz.” (Kasas, 28/88).

- “Yerin üstünde bulunan herkes fânidir.” (Rahman, 55/26).

Bu ve benzeri ayetlerde “bütün canlıların öleceği, her şeyin yok olacağı, sonra Allah’ın huzuruna varılacağı” hükümlerini görmekteyiz.

- Bazı örneklerle, “bilimin gerçek verileriyle, Kur’an’ın doğruları arasında asla bir çelişkinin olmayacağı” hükmünü pekiştirmeye çalışalım:

a. Turritopsis Dohrnii adlı denizanasının hücre yapısını değiştirerek hayata devam etmesi, onun hiçbir zaman ölmeyeceği anlamına gelmez. İnsanlar da her zaman hücrelerini değiştiriyorlar. Altı ayda bir hücrelerinin büyük çoğunluğu, altı yılda bir de yaklaşık bütün hücreleri ölüp yeniden diriliyor ve bir haşir numunesini gösteriyorlar.

b. Güneş de füzyon olayıyla ömrünü sürdürmektedir. Güneş’in yaşamının çoğunda enerji, proton - proton zincirleme tepkimesi diye adlandırılan aşamalardan oluşur. Bu aşamalarda hidrojeni helyuma çeviren nükleer füzyon meydana gelir. Çekirdek, füzyon ile önemli derecede ısı oluşturulan tek yerdir. Güneş enerjisinin %99’u burada oluşmaktadır.

Güneş bir anakol yıldızı oluğu için şu anda korda nükleer yanma ile üretilen enerji, çekimsel çökmeyi tamamıyla durdurabilmektedir. Yani bir denge durumu vardır. Yıldız anakolda kaldığı sürece bu denge hali devam eder. Her saniye, on beş milyon derece sıcaklığındaki Güneş merkezinde, yaklaşık altı yüz ton hidrojen helyuma dönüşüyor.

Ancak, bilimsel çalışmalar gösteriyor ki, her yıldızın belli bir ömrü olduğu gibi Güneş’in de belli bir ömrü vardır, sonsuza değin enerji yaymayacaktır, bir gün o da kendi konumuna göre bir nevi ölüme mahkum olacaktır (Uzay ve Astronomi). Turritopsis Dohrnii adlı denizanasının uzun ömürlü olması, onun ölümsüz olduğu anlamına gelmez.

c. Göklerde, Hz. İsa, yerde Hz. Hızır, normal hayat standartlarının dışına çıkmış, binlerce yıldır hayatlarını sürdürmektedir, fakat yine de bir gün öleceklerdir. Turritopsis Dohrnii adlı denizanasını da bu standart çerçevesinde değerlendirmek gerekir. (Yrd. Doç. Dr. Niyazi Beki)

Cevap 2:

Denizanası grubundan Turritopsis Dohrnii türü, açık denizlerde ve okyanuslarda bulunuyor. Jelatinimsi bir vücut yapısına sahip olan bu denizanasının hayat devresi, kelebeğin veya eğrelti otlarının hayat devresini andırmaktadır.

Nasıl ki, kelebeğin hayat devresi; yumurta ile başlayıp, bir tırtıl devresi geçirmekte ve sonunda kelebek olarak hayatını devam ettirmektedir. Kelebeğin ölümüyle hayatı son bulmamakta, yumurtasıyla bir bakıma onun hayatı devam etmektedir.

Aynı şekilde, bir eğrelti otunun hayat devresi, sporla başlamakta, bu spor çimlenip 5-10 kuruş büyüklüğünde, protal adı verilen bitkiyi hasıl etmekte, o protalin üzerinde erkek ve dişi organların gelişmesiyle sperm ve yumurta hücreleri teşekkül etmekte, bu sperm ve yumurta hücrelerinin birleşmesiyle de eğrelti otu bitkisi hasıl olmaktadır. Bu eğrelti otu spor vermesiyle hayat çemberi devam etmektedir.

Bu denizanasının da hayat devresi, poliple başlamakta, daha sonra bundan medusa adı verilen ve serbedst yüzen deniz anaları teşekkül eder. Bu medusadan plamula adı verilen yapılar hasıl olmakta, bundan da stolonlu fertler hasıl olmakta, daha sonra bu stolonlu yapılar polip fertlerini vermekte, onlardan da toplu polipler teşekkül etmektedir. Böylece denizanasının hayat devresi tamamlanmış olmaktadır.

Burada olgun fertlerin fıtri hayatının kesin süresi bilinemediğinden, ingilizce“Nearly immortal” (hemen hemen ölümsüz) tâbiri kullanılmaktadır.

Bu konu medyada, “ölümsüz hayat” olarak takdim edildi. Bir de üstelik bunun, Kur’an-ı Kerim’deki “Her nefis ölümü tadacaktır” âyetine ters düştüğü dillendirilmeye çalışıldı.

Bu denizanasının fıtri ömrünün bilinmediği ifade ediliyor. Ancak, bu fertlerin başka canlılar tarafından yenmiş olmasıyla, onların her birinin hayatı son bulacaktır.

Yukarıdaki âyetin mânâsı mutlaktır. Yani, her canlının öleceği ifade edilmekte, fakat bunun için belirli bir devir ve süre belirtilmemektedir. Dolayısıyla, kıyametin kopması esnasında canlıların hayatının son bulması halinde de bu âyetin işaret ettiği mânâ tahakkuk etmiş olacaktır. Bu bakımdan, bilimsel veriler olarak ileriye sürülen değerlendirmelerin, âyetin ruhuna aykırı bir tarafı yoktur.
 
“Bilim adamlarının, Turritopsis Dohrnii olarak adlandırdıkları bir tür denizanası, ölmüyor!” şeklindeki bilginin sınırlarını tespit etmek, yani bu ölümsüzlük süresinin ne anlama geldiğini söylemek zordur. Böyle bir denizanasının binlerce yıl yaşadığı tespit edilmiş midir? Böyle bir şeyin gerçek olması durumunda, Kur’an’la çelişir bir tarafının olup olmadığı hususuna gelelim:

Kur’an şöyle buyuruyor:

- “Her nefis ölümü tadacaktır.” (Al-i İmran, 3/185; Enbiya, 21/35, Ankebut, 29/57)

- “Allah’ın Zât-ı Akdesi dışında her şey helak/yok olacaktır. Hüküm O’nundur ve hepiniz O’nun huzuruna götürüleceksiniz.” (Kasas, 28/88).

- “Yerin üstünde bulunan herkes fânidir.” (Rahman, 55/26).

Bu ve benzeri ayetlerde “bütün canlıların öleceği, her şeyin yok olacağı, sonra Allah’ın huzuruna varılacağı” hükümlerini görmekteyiz.

- Bazı örneklerle, “bilimin gerçek verileriyle, Kur’an’ın doğruları arasında asla bir çelişkinin olmayacağı” hükmünü pekiştirmeye çalışalım:

a. Turritopsis Dohrnii adlı denizanasının hücre yapısını değiştirerek hayata devam etmesi, onun hiçbir zaman ölmeyeceği anlamına gelmez. İnsanlar da her zaman hücrelerini değiştiriyorlar. Altı ayda bir hücrelerinin büyük çoğunluğu, altı yılda bir de yaklaşık bütün hücreleri ölüp yeniden diriliyor ve bir haşir numunesini gösteriyorlar.

b. Güneş de füzyon olayıyla ömrünü sürdürmektedir. Güneş’in yaşamının çoğunda enerji, proton - proton zincirleme tepkimesi diye adlandırılan aşamalardan oluşur. Bu aşamalarda hidrojeni helyuma çeviren nükleer füzyon meydana gelir. Çekirdek, füzyon ile önemli derecede ısı oluşturulan tek yerdir. Güneş enerjisinin %99’u burada oluşmaktadır.

Güneş bir anakol yıldızı oluğu için şu anda korda nükleer yanma ile üretilen enerji, çekimsel çökmeyi tamamıyla durdurabilmektedir. Yani bir denge durumu vardır. Yıldız anakolda kaldığı sürece bu denge hali devam eder. Her saniye, on beş milyon derece sıcaklığındaki Güneş merkezinde, yaklaşık altı yüz ton hidrojen helyuma dönüşüyor.

Ancak, bilimsel çalışmalar gösteriyor ki, her yıldızın belli bir ömrü olduğu gibi Güneş’in de belli bir ömrü vardır, sonsuza değin enerji yaymayacaktır, bir gün o da kendi konumuna göre bir nevi ölüme mahkum olacaktır (Uzay ve Astronomi). Turritopsis Dohrnii adlı denizanasının uzun ömürlü olması, onun ölümsüz olduğu anlamına gelmez.

c. Göklerde, Hz. İsa, yerde Hz. Hızır, normal hayat standartlarının dışına çıkmış, binlerce yıldır hayatlarını sürdürmektedir, fakat yine de bir gün öleceklerdir. Turritopsis Dohrnii adlı denizanasını da bu standart çerçevesinde değerlendirmek gerekir. (Yrd. Doç. Dr. Niyazi Beki)

Cevap 2:

Denizanası grubundan Turritopsis Dohrnii türü, açık denizlerde ve okyanuslarda bulunuyor. Jelatinimsi bir vücut yapısına sahip olan bu denizanasının hayat devresi, kelebeğin veya eğrelti otlarının hayat devresini andırmaktadır.

Nasıl ki, kelebeğin hayat devresi; yumurta ile başlayıp, bir tırtıl devresi geçirmekte ve sonunda kelebek olarak hayatını devam ettirmektedir. Kelebeğin ölümüyle hayatı son bulmamakta, yumurtasıyla bir bakıma onun hayatı devam etmektedir.

Aynı şekilde, bir eğrelti otunun hayat devresi, sporla başlamakta, bu spor çimlenip 5-10 kuruş büyüklüğünde, protal adı verilen bitkiyi hasıl etmekte, o protalin üzerinde erkek ve dişi organların gelişmesiyle sperm ve yumurta hücreleri teşekkül etmekte, bu sperm ve yumurta hücrelerinin birleşmesiyle de eğrelti otu bitkisi hasıl olmaktadır. Bu eğrelti otu spor vermesiyle hayat çemberi devam etmektedir.

Bu denizanasının da hayat devresi, poliple başlamakta, daha sonra bundan medusa adı verilen ve serbedst yüzen deniz anaları teşekkül eder. Bu medusadan plamula adı verilen yapılar hasıl olmakta, bundan da stolonlu fertler hasıl olmakta, daha sonra bu stolonlu yapılar polip fertlerini vermekte, onlardan da toplu polipler teşekkül etmektedir. Böylece denizanasının hayat devresi tamamlanmış olmaktadır.

Burada olgun fertlerin fıtri hayatının kesin süresi bilinemediğinden, ingilizce“Nearly immortal” (hemen hemen ölümsüz) tâbiri kullanılmaktadır.

Bu konu medyada, “ölümsüz hayat” olarak takdim edildi. Bir de üstelik bunun, Kur’an-ı Kerim’deki “Her nefis ölümü tadacaktır” âyetine ters düştüğü dillendirilmeye çalışıldı.

Bu denizanasının fıtri ömrünün bilinmediği ifade ediliyor. Ancak, bu fertlerin başka canlılar tarafından yenmiş olmasıyla, onların her birinin hayatı son bulacaktır.

Yukarıdaki âyetin mânâsı mutlaktır. Yani, her canlının öleceği ifade edilmekte, fakat bunun için belirli bir devir ve süre belirtilmemektedir. Dolayısıyla, kıyametin kopması esnasında canlıların hayatının son bulması halinde de bu âyetin işaret ettiği mânâ tahakkuk etmiş olacaktır. Bu bakımdan, bilimsel veriler olarak ileriye sürülen değerlendirmelerin, âyetin ruhuna aykırı bir tarafı yoktur.
daha ne yazalım ki güzel acıklamıs arkadaş.
 
İnsanda bulunan ebedi yaşama duygusu öldükten sonra dirilmeye delildir

İnsanın bütün istidât, kabiliyet ve latîfeleri âhiret hayatına işaret ettiği gibi, onun latîfeleri içinde bir tanesi vardır ki, ebedî hayatı ister, ondan başka bir şeyle tatmin olamaz, hatta yok olmaktansa cehennemde ebedî kalmaya razı olur.1Latîfe-i rabbaniyye veya garize-i mukaddese 2 olarak ifâde edilen bu latife, insanoğlundaki ebedi yaşam sevgisinin kaynağıdır. Bu latife diğer istidât ve kabiliyetlerden daha yüce olup, büyük bir kıymete sahiptir. İnsan yiyeceğe ihtiyaç duyup karşılığında yiyecekleri bulduğu, susadığında karşılığında su bulduğu, susuzluk suyun varlığını gösterdiği gibi, bekâ arzusu, ebedî yaşama isteği de, ebedî hayatın varlığını göstermektedir.3

Her insan ebedî yaşamayı ister. Şiddetli bir şekilde, bu âlemin ötesinde, ölümsüz bir hayatı arzu eder.4 Bu dünyada ebedî hayatı bulamayan ve âhirete de inanmayan kimseler, bir hakikate dayanmayan çeşitli hayaller ve evhamlarla bazı şeylere bekâ süsü vererek kendilerini avutmaya çalışırlar. Nitekim krallar, büyük zâtlar, hatta herkes, isimlerinin kitaplarda, sağlam binâlarda ebedîleşmesini (!) isterler. Çocukları vesilesiyle kendi hayatlarının bir nevi uzadığını hayal ederler. Bütün bunlar, insan yaratılışında bulunan bekâ arzusunun şâhitleridir. İnsanın yaratılışının şehâdetinin delîl olmayacağı zannedilmemelidir. Çünkü, bizlerin fıtratına ekili olan her şeyin açık bir hükmü vardır ve hepsi doğrudur. İnsanın fıtratında olan bütün arzu ve isteklerin, duyguların karşılığı bu dünya hayatında varken, ebedî yaşama arzusunun karşılığının olmayacağı söylenemez.5

Evet, ebedî yaşamak, dâima genç kalmak gibi dünyada tatmin etmek imkânını bulamadığımız bu arzular bir başka âlemin varlığına işâret etmektedir. Anne karnındaki bebeğin el, ayak, göz, kulak gibi uzuvları nasıl ki, anne karnındaki hayatı için değil, bu dünya hayatı için yaratılmış ve bu hayatın varlığını gösteriyorlarsa, insanların pek çok istidât ve kabiliyetleri ve bilhassa ebediyyet arzusu da ebedî bir âlemin varlığını göstermektedir. Midemizden en ücrâ hücrelerimize kadar vücudumuzun her parçasının ihtiyacını eksiksiz karşılayan bir hikmet ve rahmet sahibi, hiç şüphesiz, insan rûhunun ebedî yaşama ihtiyacını da karşılayacak, bu arzuyu cevapsız bırakmayacaktır.6

Aslanın dişlerini gören onun yırtıcı bir hayvan olduğunu, kavunun letafetine bakan, onun yenmek için yaratıldığını anlayacağı gibi, insanın istidâtları, bekâya ve ebediyete olan arzuları da, onun fıtrî vazifesinin ibadet olduğuna ve bu dünyaya ebedî âleme hazırlanmak için geldiğini gösterir ve isbat eder.7İnsandaki ebedî yaşama arzusunun âhiret'e delil oluşu Farsça bir ata sözünde şöyle ifâde edilmiştir: Eger ne hâh-i dâd ne dâd-i hâh (Vermek istemeseydi istemek vermezdi).8 Abdulhak Hamid de, bu fikri şu güzel mısra ile ifâde etmiştir:

Cû' olmada ekl ve şurbe sâik
Ümid-i bekâ bekayı nâtık.9

Yani: açlık, yeme ve içmeye sevkettiği, yiyecek ve içeceklerin varlığına delil olduğu gibi, sonsuzluk ümidi, ebedi yaşama arzusu da, bekâyı, sonsuz bir hayatı ifâde etmekte, varlığını haber vermektedir.

İnsanda sonsuzluk için doğal bir çekim vardır. Sonsuzluk, ruhun asıl ikâmetgâhı gibidir. Kaybolmuş olan bu ikâmetgâh dünya hayatında her yerde aranır. Sakin bir gölün sükûneti ya da sabah güneşinin titreşen ışıkları insanda bir nevi huzur ve zevk uyandırır, insan ruhunu yumuşatır. Bu huzur zevki ve duygusu insan ruhuna dokunan sonsuzluk arzusunun izinden başka bir şey değildir.10

Eski filozoflardan Seneque de şöyle diyor: "Beni çolak yap, kötürüm yap, sakat yap, ağzımda dişlerimi kır. Elverir ki, yaşayayım, hepsine râzıyım".11 Tolstoy da, bu arzunun sâikiyle, ömrünün son otuz yılını niçin yaşıyorum? Varlığımın sebebi nedir? Nasıl yaşamalıyım? Ölüm nedir? Kendimi nasıl kurtarabilirim? gibi sorularla uğraşarak geçirmiş, artık san'at ve edebiyatı ikinci plâna itmiştir.12

İnsanoğluna dünya ve içindekilerin saltanatı verilse ve ona milyarlarca sene yaşayacağı fakat sonunda öleceği söylense, mutlaka sevinç yerine hüzün duyacaktır. Çünkü, lezzeti hakiki lezzet yapan zevalsiz olmasıdır. Zira, elemin bitmesi lezzet verdiği gibi, lezzetin bitmesi de elem verir. Hatta lezzetin bitmesini tasavvur edip düşünmek dahi elemdir. Bütün mecazî âşıkların şiirleri bu elemden kaynaklanan ağlama ve ağıt yakmalarla doludur... Muvakkat geçici lezzetler sona erdiğinde devamlı olan elemleri netice verir. İnsan bir sonu olan nimetleri hatırladıkça bu rûhanî elemlerin tercümanı olan eyvah! vah! sözleri ağzından feveran edip çıkar... Evet, insan ebed için yaratılmıştır ve onun hakiki lezzet ve saadeti de, ancak marifetullah, muhabbetullah, ilim gibi ebedî şeylerde olabilir.13

Kur'ân-ı Kerîm'de insandaki ebedî yaşama arzusuna işâret eden pek çok âyet-i kerîme vardır. İlk insan olan Hz. Adem'in bu arzuya sahib olduğu ifâde edilerek, bu arzunun bütün insanların ortak yönü olduğuna şöyle işâret edilmiştir: "Şeytan ona vesvese verdi, dedi ki, ey Adem! sana ebediyet ağacını ve bitip tükenmeyen mülkü göstereyim mi?" (Tâ-hâ, 120). Bu âyetle aynı zamanda Hz. Adem'in rûhundaki ebedî yaşama arzusunun ne derece kuvvetli olduğuna dikkat çekilmiştir. Öyle ki, Şeytan onu bu arzusunun yerine getirileceği vadiyle kandırmıştır. Belki de şeytan daha önce Hz. Adem'i defalarca aldatmak istemiş, muvaffak olamamıştı... Fakat bu arzunun tatmini onun için çok önemli ve dayanılmaz bir istek olduğundan ona inanmak zorunda kalmıştır.

"De ki, kendisinden kaçmakta olduğunuz ölüm, mutlaka size erişecektir..." (Cum'a, 8) âyetinde de, insanın ölümden korkup kaçtığı, ebedî bir hayatı arzuladığı, belîğ bir üslûbla ifâde edilmektedir. Hatta, "nerede olursanız ölüm size ulaşır, sağlam burçlarda olsanız bile!" (Nisâ, 78) âyeti, insanların ölümden kurtulmak için çok uzak diyarlara gideceklerine, hatta ellerinden gelse başka gezegenlere gidip, ölümsüzlüğü tâ oralarda arayacaklarına işâret ediyor.

İnsanoğlunun ebedî hayat arzusunun varlığı çeşitli şekillerde kendini göstermektedir: Bunlarda birisi, sâyesinde ölümsüzlüğe kavuşacaklarına inandıkları hayat suyu arayışlarıdır. Ab-ı Hızır, âb-ı İskender, âb-ı zindegî, âb-ı câvidân ve bengisu 14 gibi çeşitli isimlerle anılan âb-ı hayat, hemen hemen bütün dünya mitolojilerinde, her toplumda rastlanan bir tabirdir. İnsanlar Gılgamış Destanı ve İskender Kıssası gibi pek çok edebiyat şâheserinde bu hayat suyundan bahsetmiş 15 bu şekilde ebedî yaşama arzularını dile getirmişler ve âdeta sonsuz bir hayata olan derin susuzluklarını bu âb-ı hayatla dindirmek istemişlerdir.

Ölümsüzlük otu da, bu arzunun bir ürünü olarak devamlı aranıp durmuştur.

Eski Mısır firavunlarının kendileri için koca koca piramitler yaptırmaları da, bu arzunun cisimleşerek taş halini almış bir göstergesi gibidir.

Sadece eski Mısırlılar değil, tarihte pek çok kavim böyle yüksek ve sağlam binalar yapıp gerek hayatlarında, gerekse ölümlerinden sonra içlerinde kalarak bir nevi ölümsüzlük aramışlar, yüksek sağlam binâlarla beraber kendilerinin de ebedileşeceğini zannetmişlerdir. "Devamlı kalacağınız ümidiyle sağlam binâlar mı ediniyorsunuz?" (Şuâra, 129), "Onlar dağlarda emniyet içinde kalacakları evler oyuyurlardı" (Hicr, 82) âyetleri onların bu arzularını dile getirmektedir.

Yine ebediyet arzusunun bir tezahürü olarak bazı insanlar, bir binâ inşâ edip üzerine ismini yazdırarak veya kendi adına bir cami yaptırarak böylece isimlerinin ebedileşeceği ümidini taşımışlar ya da kitaplara geçerek unutulmamak istemişler, sosyal ölümsüzlük 16 olarak ifâde edilen bu nevi bir ölümsüzlükle teselli bulmak istemişlerdir.

Ayrıca, insan, hayattaki hayır-şer mücadelesinde şerre karşı savaşarak bu sayede, hayatını önemli bir gâye uğrunda harcamak suretiyle, devamlı bir surette hatıralarda güzel vasıflarla yâd edilerek ahlakî ölümsüzlük 17 olarak nitelenen bir tür ölümsüzlüğe ulaşmak ister.

Bazen de, anne ve babalar çocuk sahibi olmak isteyerek, bu sayede kendilerinin bir parçası durumundaki çocukları vasıtasıyla bir nevi hayatlarının devamını ve ölümsüzlüğü ararlar. Biyolojik ölümsüzlük 18 diye de isimlendirilen bu ölümsüzlük nev'i de, (ölümsüzlük tabiri yerinde ise!) insanın ebedî yaşama arzusunun bir başka göstergesidir.

Bu arzunun bir diğer önemli göstergesi ise, ölüm korkusudur (fobi). İnsanların ölümden korkması, ölümle hâsıl olan elem ve acıdan değil, daha çok, insanın içinde yaşadığı ve alışık olduğu bu dünya hayatından ayrılmasından dolayıdır.19 Ölümü bir yok oluş olarak gören inkârcılarda daha çok ve kuvvetli bir şekilde görülen bu korku, fıtratın bir gereği olarak diğer insanlarda, âhiret'e inananlarda da görülür. Hatta peygamberlerin dahi ölüme soğuk baktıkları anlaşılmaktadır. Nitekim, Hz. Mûsa, Ölüm Meleği'nin Allah'ın emriyle rûhunu kabzetmek için geldiğinde ilk önce ölümü, henüz vazifesi devam ediyor diye kendisi için uygun görmemiş, sonra ne kadar yaşasa sonunda öleceğini düşünerek, bu işe rızâ göstermiştir.20

İnsanın ebedî yaşama arzusunun bir göstergesi olan ölümden kokmaya pek çok âyetlerde işâret edilmiştir. "De ki, kendisinden kaçmakta olduğunuz ölüm, mutlaka size erişecektir..." (Cum'a, 8) âyetinde tefirrûne (kaçıyorsunuz) fiiliyle, insanın ölümden korkusunun şiddeti ifâde edilmiştir. Çünkü, bir şeyden kaçmak o şeyden dehşet ve korkuya kapıldığını gösterir.

İnsandaki ebediyet arzusunun bir başka göstergesi ise, sahip olduğu şeyleri, dünya malını, kendisiyle ebedî kalacakmış, hiç ayrılmayacakmış gibi sevmesi,21 bağlandığı bir şeye şiddetle bağlanması, ona çok büyük bir önem vermesi ve onun ebedî ve devamlı olmasını talep etmesidir. İnsanın dünyadaki nasibi bir tüy, bir saç teli kadar basit şeyler olmasına rağmen, o şeye elini uzatırken, büyük kayaları tutup yerinden kaldırmak istercesine bir arzuyla uzatır.22 Kur'ân-ı Kerîmde bu duruma şöyle işâret ediliyor: "Malının kendisini ebedileştireceğini zannediyor" (Hümeze, 3). Yine bir başka âyette âhireti inkâr eden bahçe sahibinin, mü'min arkadaşına hitâben söylediği, şu sözleri naklediliyor: "Bunun (bahçenin) ebediyyen yok olacağını zannetmiyorum. Kıyametin kopacağını da zannetmiyorum..." (Kehf, 35-36)

Böylece insanoğlu bir taraftan âhireti inkâr ederken, diğer taraftan ifâdeleriyle fıtratındaki ebedî hayat arzusunu dile getiriyor. "Fakat o dünyaya saplanıp kaldı" (A'raf, 176) âyetinin de ifâde ettiği gibi, bazen insan ölümsüzlüğü yakalamak için semâya değil arza yöneliyor!23 İlâhî olana duyduğu suzuzluğu dünyaya yönelmekle dindirmeye çalışıyor!24

Tarih boyunca ölüme çare arayan, ölümsüzlüğün peşinde koşan insanoğlu, günümüzdeki ilmî gelişmelerden de cesaret alarak, ölümsüz veya en azından uzun bir hayatın çarelerini araştırmaktadır.

Günümüzde bazı tıp alimleri ölümü bir hastalık gibi düşünerek, bu hastalığı ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar. Bu gayeyle ABD ve Fransa'da Ölümün Yok Edilmesi Komitesi oluşturulmuş, insana ölümsüz bir hayat kazandırmak için araştırmalara başlamışlardır.25 Hatta bazı insanlar günün birinde ölümsüz bir hayat bulunur veya yakalandıkları ölümcül hastalığın çaresi ilerde keşfedilir ümidiyle, kendilerini dondurtarak o zamana kadar bekletmek istemektedirler. Şu anda ABD de elli kadar cesedin -196 °C derecede dondurularak, günümüz için böyle bir garanti olmasa da, iyileşecekleri veya gençleştirilecekleri güne kadar bekletildikleri söylenmektedir.26 Böylece ebedî yaşama arzusu, insanları akla gelmedik çarelere yöneltmekte, küçük bir ümit dahi insanları büyük fedekârlıklar yaparak böyle yollara sevketmektedir.

Ancak şurası da bir gerçektir ki, insanoğlu ölümsüzlüğe çare aradığı her seferinde, ölümün soğuk yüzüyle tekrar karşılaşmış, yapılan her araştırma el-mevtu hakkun (ölüm haktır) gerçeğinin altına bir imza daha atmıştır. Bu gerçeği görenlerin gayretleri bu sefer de, daha sağlıklı ve biraz daha uzun ömür arayışına yönelmiştir. Hakikati görenler ise, bu arzuyu hakiki kaynağına yönelterek, âhiret için bir sermaye haline dönüştürmüşlerdir.
 
baya ayrıntılarla paylaşmış @astalavista23 hocam. Yaşam şuanki aklımızla farkettiğimiz ve anlamlandırdığımız bir olgudur. Yani bizim yaşamdan anladığımız kendi bilgimiz ve zihnimiz çerçevesindedir. Nükleer patlamadan etkilenmeyen, buzda ya da yanardağda yaşamını sürdüren hatta uzayda yıllarca kaldıktan sonra uygun ortam bulduğunda yaşamaya devam eden canlılar hakkında epeyce bilgi mevcut. Tabi ki 1000 yıl yaşamak şuana göre ölmemek gibi gelebilir. Ya da 10 000 yıl.
Ama her ölümlünün tadacağı duygu da bizleri bekliyor.
 
ölüm hariç herşeyin çaresini insanoğlu bulacak.hadis ayet ebced ve bilimum kaynakta bu bilgi geçer.ölümsüzlük diye birşey bulunmayacak.
 
bilimsel olarak ölümsüzlük kanıtlanmış değil. ancak arkadaşların belirtiği gibi bilinç transferi ve bilinç ölümsüzlüğü mümkün müdür bilemem?
yapay zeka ne kadar ileri gider? bütün bunların cevabı çok uzakta değil.. şu var ki ruh denen varlığın ispatı bilimsel olarak yok. velhasıl kelam keşfedilecek daha çok şey var ama stephen hawking'in dediği gibi uzaylılar gelirse artık aranacak cevap ta kalmayacak....şu an dişe dokunur gerçeklik marsa yolculuk gibi gözüküyor..solucan deliği, paralel evrenler falan daha alınacak bir sürü mesafe var? ya bizler simülasyonsak? acaip zevkli konular
 
Kuran-ı kerimde yazmayıp da icat edilmiş birşey söyleyin.
 
Arkadaşlar ölüm diye bir şey var mı sanki? Her şey misliyle ve harika bir şekilde iade edilecek zaten, ölüm dediğin ruhun bedeni terketmesi. ruh ölmüyor ki zaten, mekan değiştiriyor. Ruh şu dünyada bizim gibi sıradan insanlar için beden içine hapsolmuş bir emir. ruhu bedenine galebe edenler içinse ruha özgürlük var. Maddeden tecerrüd ruhu özgürleştirir, şehitler nasıl serbestçe geziyorlar?
 
Bundan 250,000 yıl sonrasını kimse bilemez. Olaya dini açıdan bakıp kendinizi köreltmeyin bilimsel açıdan bakın. Bu konu dinin konusu değil bilimin konusu. Bilinç kopyalama yapıldığı an ölümsüzlük gerçek olacak.
Bakınız bugün neler olmuş.
http://www.mdpi.com/journal/brainsci
500,000 yıl sonrasını hayal bile edemeyiz.
1- Madem bilimden bahsediyoruz, o zaman bilimsel araştırmalara göre dünyanın ömrü ne kadar kalmış?
2- İnsanoğlunun yoktan var etme kabiliyeti var mı?
3- Dinin (İslamiyet) bakış açısını körelttiğinin isbatı nedir?
 
black mirrror dizinde bilinç transferini hatta bilinç kopyalamayı çok güzel anlatmıştı bir bölümde. korkutucu
 
İnsan sadece bu dünya için yaratılmamıştır. Bununda en büyük delili insanın yapısında var olan sonsuz var olma isteğidir. Sonsuz bir yaşamı elde etmek mümkündür ve çözümde mevcuttur. Allah'ı tanımak ve emirlerine itaat etmekle. Bunun şahidi başta Allah'ın sözü olan kur'an, sonra peygamberler, sonra Allah'ı ilmi ve kalbi olarak bilen milyonlarca evliyalar dır.
 
dünyanın ömrünün ne kadar kaldığı çok da önemli değil bence zira insan yıldız ile aynı metaryalden oluşuyor.
evrende milyar üstü milyarlarca yıldız olduğuna göre bizim yaşam alanımız çok ama şuan bilinen sadece dünya uygun.
kim bilir dünyadan bile daha uygun nereler vardır.
videoda hem black mirror hem de altered carbon dizilerine atıfta bulundum, black mirror dizisinin fragmanından da kısa bir parçayı videoda bulabilirsiniz. Ben kontak lenslerle bağlantılı olan kısımları aldım genel itibariyle.
olaya bilim ve din açısından bakmak çok yanlış bence çünkü bundan 500 yıl önce 1000 yıl önce 2000 yıl önce de din vardı ama bilimle beraber olmadığından yanlış yorumlanıp karanlıkta kalan insanlık vardı.
belki de bir bütün olarak ya da tamamen farklı iki açı ile ele alınmalı...
 
İnsanlık tarihi maksimum 7000 8000 yıl geriye gider. Bu delili de Ulul peygamberler arasında yaklaşık 500 yıl vardır ordan çıkar.. Şimdi 10.000 yıl önce yok olan veya su an bu sitede yazanların hepsi 100 yıl önce yoktu. Yoktan seni varlık alemine çıkaran Rabbimin. Sözüne güvenmeyip havaya esir olan yerçekimine esir olan yemeğe esir olan aciz insan çıkıp ona konulan kanunların dışına çıkmak için acizane uğraşıyor. Basar masnuatı görür de basiret Sanii göremezse pek acip ve çirkin düşer. Sonsuz ihtimal arasından seni varlık alemine çıkaran Rabbimin sözü bu kadar ucuza satılıp tuli emel duygusuna kapılmak doğru değildir. Kör bir adamın alnına lamba takarsan başkasına faydası olur ama ona fayda etmez. İnançsız fen adamlarının durumuda buna benzer. Zeka var o kadar çalışıyor ama Rabbimi bulamıyor.
 
Her canlı mutlaka ölümü tadacaktır burası şüphe götürmez.Ancak bilim kurgu filmlerinde ki herşey mutlaka gerçekleşecek.Sonra birşeyler olacak insanlık tekrar toprak domates temiz su için savaşacak.
 
Arkadaşlar bilim kurgu filmleri veya dizileri içerisindeki bazı teknolojiler hayata geçirilebilir. Ama bu teknolojiler Allah'ın koymuş olduğu sınırları asla aşamaz. Ölüm ise bunların başında gelmektedir. Allah'a inanmayanların elbette tek kurtuluş yolu ölümsüzlüğün çaresini bulmaya çalışmalarıdır.
Peygamberlerin mucizeleri insanlığın ulaşabileceği nihai noktaları temsil etmektedir. Örneğin Hz. Süleyman ve ışınlanma gibi.
Netice-i kelam altında inkar fikrinin yattığı fantastik kurguların tamamen doğru olduğunu kabul etmek benim açımdan doğru değil. İslamiyet insanları çalışmaya, öğrenmeye teşvik etmektedir. Bunun en büyük örneği müslüman bilim adamlarıdır. Ama insanı ilahlaştırmak (herşeye gücü yeten, herşeye sözü geçen, yoktan var eden) Tevhid inancına ters düşmektedir.

Şu anda 35 yaşında olan bir kişi bundan 36 sene önce neredeydi?
Vücudunuzdaki hangi fonksiyonu bilerek isteyerek yönetiyorsunuz?
Kara, tadsız bir topraktan çeşit çeşit yiyecekleri hangi kudretiniz ile yaratıyorsunuz?
Dünyanın ve güneşin hareketiyle ile ilgili nelere sözünüz geçiyor?
ki ölümsüz olacaksınız???
 
Son düzenleme:
aslında konuya bakış açımız bizim hayatımıza yön veriyor:
amerikalıların uzay araştırmaları sırasında bulduğu teflon malzemesi bugün mutfaklarda yumurtanızın tavaya yapışmamasını sağlıyor sizcede kel alaka değil mi? fakat yararsız mı? hayır.
peki biz müslümanların sorununu ne?
- ben sonunu bildiğim filmi izlemem- diyoruz.
Evet bildiklerimiz doğru. Her nefis ölümü tadacaktır. Bunu biliyor ve tasdik ediyoruz.
Kaçırdığımız nokta ise Allah'a inanmayan, müslüman olmayan kişilerin kendi bildikleri "batıl"larına imanı bizim Hakiki "İman"ımızı geçiyor ve kendi rüştlerinin ispatı için bizden 10 kat fazla çalışıyor ve üretiyorlar.
Biz ise herşeyi Allah'tan beklemekteyiz.

Hayır. Sen o tarlayı sürmedikçe, ekmedikçe, emek vermedikçe oradan bir ürün alamazsın. Allah bunu böyle takdir etti.

Üstüne binip bizi taşıyan eşşeği, deveyi, atı Allah'ın yarattığını biliyorsun da otobüsün, arabanın, uçağın Allah'ın ilminin dışında olduğunu mu düşünüyorsun? İnsanoğlu bunları üretmekle haşa yaratıcı mı oldu???

Burada kendim de dahil herkese iki önerim var
1. Hiç ölmeyecek gibi bu dünya için, yarın ölecekmiş gibi öteki dünya için çalışmak. Dengeyi kuran yaşadı.
2. İnsanlığın kurtuluşu sadece fenni ilimlerde değil, aynı zamanda sosyal bilimlerdedir. Ne kadar yeni araç, robot, teknoloji çıkarsa çıksın sonuçta insanlar olarak bizler yaşamaya devam edeceğiz, herşey bizim için var. Allah bu dünyayı bizim için varetti. Allah'a hiç bir şey zor değildir. Kurandan öğrendiğimiz bir çok yerde Allah'ın bir çok kavmi, topluluğu helak ettiği yerlerine yenilerini getirdiğini bilmekteyiz.
Aslolan Allaha kul olabilmektir, onun Peygamberimiz aracılığıyla bize gönderdiği kurana sünnete sarılmak ve İmanımızı artırmaktır.
İşte 1. önerimi destekler nitelikteki bu önerim fenni ilimlerde ileri gitmeye çalışırken sosyal bilimleri es geçmemeli insanın sosyal bir varlık olduğunu ve bu dünyanın en değerli varlığının insan olduğunu unutmamalıyız.
 
mikroislemciyi,kara delikleri,ışık hızını zaten yaratan Allah.Bence bilinmeyi istiyor.Bir web sitesi yaptığınızda nasıl müdür beni takdir etse diyorsunuz.Allah da böyle dinamik iman istiyor.
 
Geri
Üst