Türkler' in Manevi Gücü

Kodla Büyü

tomarz

Site Gezgini
Mesajlar
48
Net'te gezinirken bir forumda yeni okuduğum( daha önce bizim forumumuzda paylaşıldımı bilmiyorum ama farketmez tekrar hatırlamış oluruz) ve hoşuma giden bir yazıyı paylaşmak istedim. Özellikle de kamuoyunda kendi değerlerini bazı "değişik isimlendirmeler" altında ezmeye çalışmaktan zevk alanları gördükçe de kendi adıma bu tür yazıları paylaşmaya ihtiyaç duyuyorum. Umarım siz de beğenirsiniz.

<<
Kore Savaşı'nın üzerinden yıllar geçtikten sonra, 1957 yılında, ABD'de "MC CALL" isimli bir dergi yayınlandı.Burada, Kore Savaşı sırasında Çin'deki esir kamplarında geçen bir olay şöyle anlatılmaktadır:

***

...Kampta, kızılların yaptıkları ilk iş, Birleşmiş Milletler ordularından esir alınan askerlerin kendi memleketlerine ait üniforma ve rütbelerini sökmek olmuştu. Bunların yerine herhangi bir rütbe işareti olmayan düz ve tek tip elbise dağıtılmıştı.
Bu durumda, Çinliler'in ilk anda bekledikleri gerçekleşti. Birleşmiş Milletler ordusunu oluşturan çeşitli ülkelerin askerlerinde, rütbesiz olmanın getirdiği disiplinsizlik başladı.Arkadan rütbe otoritesinin yerini pazu kuvveti aldı. Güçlü olanın sözü geçmeye başladı. 100 kişilik bir esir grubuna 10 kişilik yemek verildi. Dağıtılmayıp ortaya konan bu yemeği, bileği güçlü olanlar aldı. Diğerleri aç kaldı. Hasta olanlar bakıma alınmadı. Kendi hallerine terk edildi. Sık sık ölümler görüldü.
Yalnız bu esirler arasında bir grup hemen dikkati çekiyordu... Bunlar Türklerdi... Üniformaları yoktu. Rütbe işaretleri yoktu. Ama, Yüzbaşı yine Yüzbaşı, Onbaşı yine Onbaşıydı. Rütbeli gibi davranışları vardı. Esir kampındaydılar ama sanki barış şartlarındaki bir kışlada yaşıyormuşcasına disiplin içindeydiler. Sabahları alışılagelmiş tekmiller alınıyor, sabah sporu yapılıyordu. Hasta olanlar ayrılıyor, yine kendi içlerinden belirledikleri personelle bakımları ve tedavileri yapılıyordu.Kendilerine göre bir eğitim programları vardı. Spor yapıyor, güreş tutuyor, oyun oynuyorlardı.Yemek zamanı gelince ekmek ve yemek ortaya konuyor, gözetim altında eşit olarak bölüşülüyordu.En sonunda da Yüzbaşı, diğerleri ne kadar aldıysa o kadar alıyordu.
Bu durum, Çinli subay ve yöneticilerin dikkatini çekmekte gecikmedi.
Yüzbaşıyı, grubun başından alıp hapsettiler.
Ama, durumda bir değişiklik olmadı. Bu sefer en kıdemli bir Teğmendi.Başa otomatikman o geçti. Her şey hiçbir şekilde bozulmadan aynen devam etti.
Teğmeni de hapsettiler.
Bu sefer, başa en kıdemli olan bir Başçavuş geçti.Ne var ki, diğer Birleşmiş Milletler ordusu askerlerinin şaşkın bakışları arasında, yine tekmiller alınıyor, sporlar yapılıyor, hasta ve yaralıların bakımları yapılmaya çalışılıyor, herkesin birbirine sevgi ve saygısı hiçbir şey olmamışcasına devam ediyordu.
Nihayet, üniversitelerden gelen psikolog ve terbiyecilerden oluşan bir grubun önünde, hapisten çıkarılan Yüzbaşı sorguya çekildi. Neydi bu olayın sırrı ? Diğer ülke askerleri arasında en ufak bir birlik bulunmazken, her yerde bileği güçlü olanın sesi çıkarken, diğer ülke askerleri arasındaki hasta ve yaralılarla kimse ilgilenmezsen, nasıl oluyordu da Türk askeri böyle davranıyordu ?
Yüzbaşı, bu soruyu gülümseyerek cevapladı :

"- Bu davranışların kökü, Türk askerinin kışlada aldığı askeri terbiyeden evvel, evinde aldığı geleneksel Türk aile terbiyesine dayanır.Askerlik hayatı ile sivil hayat arasında bütün ülkelerde büyük farklar vardır. Onlarda disiplin hayatı üniforma giydikten sonra başlar. Halbuki biz onu evvelâ anamızdan öğreniriz. Aile içinde uygularız.Köylerimizdeki kahvelerde, camilerimizde bile davranışlarımızın özel bir disiplini vardır.Hastalarımıza dağ başlarındaki köylerimizde doktor bulamayız. Kendi imkânlarımızla biz bakarız. Köylerimizde gece görülen tek ışık, hasta beklenen evlerimizdedir. Bizde en ümitsiz hasta bile kendi haline terkedilmez.Başkasının hakkını yemek, yanımızdaki aç iken kendi karnımızı doyurmak dini ve milli ahlâkımıza uymaz."

MC CALL Dergisi,bütün bunları yazdıktan sonra, kendi halkına soruyordu:"...Anadolu bozkırının ortasında doğan, binbir mahrumiyet içerisinde yetişen Türk çocukları bizim her türlü imkânları, konforu vererek yetiştirdiğimiz çocuklarımızla aynı şartlar altında, aynı sınavı geçirdiler.Onlar muvaffak oldular. Tam gittiler, tam olarak geri dönmesini becerdiler.Bizimkiler birbirlerine ellerini uzatmadılar.Yalnız kendileri için, bencillikle yaşamanın örneklerini verdiler. Nedir bu bizim cemiyetimizin zayıflığının ve çürüklüğünün sebebi ?Nedir bir türlü çözülemeyen Türkün kuvveti, manevi gücünün sırrı ?

***

Yabancı hayranlığının en üst boyutlara ulaştığı günümüzde, bu tarihi olayı hatırlayalım istedim.Birlik ve beraberliğimizi bozmak, manevî değerlerimizi parçalamak isteyenlere karşı daima uyanık olmak ve geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerimizi bu yönde uyarmak zorundayız.
>>
 
o değerlerimiz bugün maalesef yokoldu hocam bugün aynı olaylar olsa belki biz de o dereceye gelmesekte yaklaşmış oluruz.
 
Ne yazık ki o nesil, M Akif'in sözleriyle: "Âsım'ın nesli... Diyordum ya... Nesilmiş gerçek." dediği neslin belki de sonu olmuştur.
Artık tamamen manevi değerlerden mahrum yetişiyor. :(

Zamanında bir İslam Alimine sorulan bir sorunun cevabi bugün bizzat tahakkuk etmiştir. O cevapta budur:

"Osmanlı bir Avrupa devletine hamiledir, günün birinde bir Avrupa devleti doğuracaktır." :cry:
 
durum ve gidişat, görünüşte her ne kadar söyledikleriniz doğrultusunda olsa da,
ben bu kadar karamsar değilim, 99 depreminde bunun ışığını gördüm sanki...

Güzel bir haslet inşallah genlerimize işleyen bu özelliğimizi kaybetmeyiz....

upburak' Alıntı:
paylaşımın için teşekkurler
Ne demek, ilginize ben teşekkür ederim...
 
İç ve dış düşmanlar bu manevi gücü yıkayamayacaklarını anladığından aile hayatını mahvetmek için ellerinden gelenin fazlasını yapıyor gördüğünüz üzere. Biz ise laiklik, kamusal alan saçmalığı, başı kapalı memur olur olamaz, üniversitede başını kapatamazla uğraşalım duralım. Hani "Türk'ün Türk'ten başka dostu yok" derler ya. Hiç inanmıyorum. Türk'ün Türk'ten başka bir düşmanı yok.
 
Geri
Üst