AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, parti genel merkezinde AK Parti Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısı devam ederken düzenlediği basın toplantısında değerlendirmelerde bulundu.
Toplantıda kongre süreciyle ilgili Teşkilat Başkanlığı tarafından ayrıntılı sunum yapıldığını belirten Çelik, kongre süreçlerinin AK Parti için son derece kıymetli olduğunu ifade etti.
AK Parti’nin milletin sürekli artan desteğiyle iktidarını sürdüren bir parti olduğuna işaret eden Çelik, bunun arkasındaki en önemli sırrın, teşkilatlanmadaki modelleri, vatandaşla kurdukları bağ, teşkilat mensuplarının vatandaşa siyasi tezlerini anlatma konusunda sadece seçimden seçime değil, her gün her saat özel bir çalışma metoduyla, büyük bir coşku ve heyecanla bu süreci sürdürmeleri olduğunu anlattı.
Çelik, Diyarbakır annelerine selam ve saygılarını iletip, 168 gündür devam eden eylemde bir annenin daha evladına kavuştuğunu hatırlatarak, “Terör örgütünün bölge halkının çocuklarını dağa çıkararak, dağa kaçırarak o çocukların geleceğini sadece terörün o karanlık dünyasına soktuğu bir süreç bu. Anneler, babalar büyük bir vicdan eylemi ortaya koyarak bütün dünyanın gözünde evlatlarını bu karanlık şebekeden geri istiyorlar ve teker teker de evlatlarına kavuşuyorlar. En sonunda bir anne evladına kavuştu, inşallah bunların arkası da gelecektir diye ümit ediyoruz.” değerlendirmesinde bulundu.
Avrupa Güreş Şampiyonası’nda altın madalya kazanan Süleyman Karadeniz’i kutlayan Çelik, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da bundan duyduğu memnuniyeti ifade ettiğini aktardı.
Çelik, sporda son zamanlarda üst üste gelen başarıların çok kıymetli olduğunu belirterek, tüm sporculara başarı dileklerini iletti.
İdlib’deki durum
Parti olarak İdlib konusunu yakından takip ettiklerini ve Türk heyetinin de Rusya’da bugünkü görüşmelerini tamamladığını anlatan Çelik, görüşmelerin yarın da devam edeceğini anımsattı.
Çelik, İdlib’de gerginliği azaltma bölgesindeki statükonun korunması, bölgede insani bir felaketin önüne geçmek için Türkiye’nin gayretlerinin devam ettiğini vurguladı.
Türkiye’nin tüm taraflara Rusya ile yapılan Soçi mutabakatını hatırlattığını ifade eden Çelik, “Birkaç gündür Rusya tarafından çok sayıda Türkiye’yi suçlayan, Türkiye’ye karşı önyargılarla dolu açıklamalar geldi. Bazıları resmi açıklamalar, bazıları ajans üzerinden yapılıyor. Şunu açık bir şekilde ifade edebiliriz ki Türkiye’nin bu mutabakatı ihlal ettiğine dair bütün bilgiler yanlıştır, doğru bilgiler değildir. Mutabakat rejim tarafından ihlal edilmektedir. Rejim İdlib’de saldırgan bir şekilde İdlib’i yutmak için oradaki insanlara büyük bir saldırganlık içerisindedir.” diye konuştu.
Çelik, Türkiye’nin Soçi mutabakatına bağlılığını sürdürüp insani felaketin önüne geçmeye çalıştığına dikkati çekerek, şöyle devam etti:
“2019 Mayıs ayından beri İdlib’de sivillere ve sivil alt yapıya dönük defalarca saldırı gerçekleştirmiştir, rejim hava saldırıları gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla bu yapılan Soçi mutabakatının ihlali olduğu gibi aynı zamanda Rusya’nın verdiği sözlerin, Rusya’nın desteklediği rejim tarafından da ihlal edilmesi demektir. Rejimin bu saldırıları çerçevesinde 300’den fazla sivil alt yapı ve hedef vurulmuştur. 20 bine yaklaşan saldırıyla ateşkes ihlali yapmıştır. Rejimin ateşkes ihlalleri 20 bin civarına ulaşmıştır, 1500’ün üzerinde sivilin hayatını kaybettiği bilinmektedir. 2019 yılından beri yaklaşık 1 milyon 640 bin kişi tekrar yerinden edilmiştir, şimdiye kadar olanlara ek olarak. En önemlilerinden bir tanesi 53 sağlık tesisi artık iş göremez hale gelmiştir.”
Türkiye’nin birkaç misyonla, en önemlisi de terörle mücadele misyonuyla bölgede bulunduğuna işaret eden Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Yine bazı partilerin il kongrelerinde ‘İdlib’de ne işimiz var’ gibisinden hiçbir mantıkla, hiçbir rasyonalite ile izah edilemeyecek yaklaşımlar ortaya konduğunu görüyoruz. Yakın zamana kadar DEAŞ terör örgütü unsurları Türkiye ile sınırdaş hale gelmeye çalışıyordu. PKK terör örgütü Suriye’nin kuzeyinde bir terör devletçiği kurmaya çalışıyordu ve ülkemiz topraklarına vatandaşlarımızı, ülkemizin güvenliğini tehdit eden birtakım saldırılar gerçekleşiyordu. Eğer bugün bu 30 kilometre derinlik olmasaydı, bugün en son Barış Pınarı Harekatıyla ortaya koyulan kararlılık olmasaydı, daha önce Zeytindalı ve Fırat Kalkanı harekatlarıyla ortaya koyulan kararlılık olmasaydı, burnumuzun dibinde bir terör devletçiği fiili olarak kurulmuş olacaktı ve bunun karşısında o zaman bugün ‘İdlib’de ne işimiz var’ diyenler, ‘terör devletçiği kurulurken niye sessiz kaldınız’ diyeceklerdi.”
“Verilen sözlere ve mutabakata Türkiye Cumhuriyeti bağlıdır”
Çifte standardın ve çoklu standardın herhangi bir şekilde sınırının olmadığını söyleyen Çelik, İdlib’de ateşkesin yeniden tesis edilmesinin terörle mücadelenin yanı sıra Türk Silahlı Kuvvetlerinin en önemli misyonlarından biri olduğunu belirtti.
Çelik, “Verilen sözlere ve mutabakata Türkiye Cumhuriyeti bağlıdır. Oradaki ateşkesin sağlanması, çatışmasızlık bölgesinin statüsünün sürdürülmesi hem sivil kayıpların önlenmesi için hem terörle mücadele için hem de insani felaketlerin önüne geçilmesi için son derece önemlidir. Sahadaki askerlerimizin güvenliğinin sağlanması tabii ki son derece önemlidir.” dedi.
Suriyeli sivillerin korunması ve Türkiye sınırına yeni göç dalgalarının gelmesinin engellenmesinin de son derece önemli olduğunu vurgulayan Çelik, bu bakımdan Türkiye’nin oraya yaptığı takviye ve tahkimatın, yeni birliklerin gönderilmesinin esasında Rusya’yla varılan mutabakat çerçevesinde, rejimin yaptığı saldırganlığa karşı Türk askerinin güvenliğini korumak, Türkiye’nin terörle mücadele konusundaki performansını ve etkinliğinin artırmak için gerekli olduğunu ifade etti.
Çelik, “Türkiye açısından bu öncelikle bir milli güvenlik meselesi, terörle mücadele meselesi, aynı zamanda da Soçi mutabakatı ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin angaje olduğu hem o çatışmasızlık bölgesinin statüsünün korunması hem de aynı zamanda sükunetin tesisi ve insani felaketin önüne geçilmesi için zorunludur.” değerlendirmesinde bulundu.
Suriye’de 690 binin üzerinde kadın ve çocuğun yerlerinden edildiği, Türkiye sınırına doğru hareket ettiği çeşitli rakamların iletildiğini aktaran Çelik, Türkiye’nin bununla ilgili tedbirlerini aldığını, aynı zamanda bu insanların Afrin, Azez ve El Bab gibi bölgelere sığındıklarını anlattı.
Çelik, Dünya Sağlık Örgütünün açıklamasına göre, 53 sağlık ve 26 aşı merkezinin yaşanan saldırılar ve doktorların daha güvenli bölgelere yönelmesi sebebiyle faaliyetlerini sonlandırdığını, bu açıklamanın bile rejimin saldırganlığının doktorları iş yapamaz hale getirdiğini ve insani yardımı engellediğini gösterdiğini kaydetti.
Öncüpınar ve Cilvegözü sınır kapılarından Ocak 2020’de 2,3 milyon kişiye yardım ulaştırılması amacıyla 1227 insani yardım girişimi gerçekleştirildiğini söyleyen Çelik, bu sayının Birleşmiş Milletler (BM) rakamları içerisinde bir rekor olduğuna dikkati çekti.
Çelik, bunun 2014 yılından bu yana BM’nin bir ayda gerçekleştirdiği en yüksek sınır ötesi insani yardım operasyonu olarak kayıtlara geçtiğini, bunun rejimin İdlib’de ve o bölgelerde, Barış Pınarı Harekatı bölgesinde ne kadar acımasız bir saldırganlık içinde olduğunu, oradaki insanların ne kadar zor durumda kaldığını gösterdiğini vurguladı.
“Libya’yı ikinci bir Suriye olmaya doğru itiyorlar”
Suriye’yi konuşurken Akdeniz’deki gelişmeleri de bir yandan takip ettiklerini belirten Çelik, “İkinci bir Suriye olmaya doğru bir takım ülkeler tarafından itilmeye çalışılan Libya konusunda da dikkatimizi kaçırmamak durumundayız. Suriye’deki gelişmelere önceden müdahale edilmediği için gereken karşılıklar verilmediği için oradaki iç savaş bugün maalesef masumlara ve sivillere büyük bedel ödeten bir hale geldi.” ifadesini kullandı.
Çelik, Berlin Konferansı’nda alınan kararlara ilişkin, “Sonuç Bildirgesi’nde Hafter tarafının sürekli olarak olumsuz yaklaşması en önemli mesele iken sanki iki taraflı bir saldırganlık varmış gibisinden Avrupa devletlerinden yapılan açıklamalar hiçbir şekilde gerçeği yansıtmıyor. Askeri komite toplantısı, siyasi diyalog formu ve ekonomik komisyon mekanizmalarıyla Berlin Konferansı’nın sonuç bildirisinde yer alan hususların hepsinin hayata geçirilmesi gerekiyor.” değerlendirmesinde bulundu.
“Libya’da silah ambargosu BM tarafından denetlenmeli”
Türkiye’nin Münih Güvenlik Konferansı’nda yapılan toplantılara katılarak burada hassasiyetlerini dile getirdiğini vurgulayan Çelik, şöyle konuştu:
“Türkiye’nin ateşkesin sağlanması noktasındaki çabaları şu anda bütün dünyada en güçlü çaba olarak kayda geçmiştir. Libya’nın doğusundaki gayrimeşru Hafter güçlerine, darbeci Hafter güçlerine karşı maalesef henüz beklediğimiz düzeyde bir tedbir alınması, beklediğimiz düzeyde bir ses çıkması söz konusu olmuyor. BM’nin çatı ateşkesin sağlanması konusu burada en önemli konu. Türkiye’nin tezi BM’nin burada çatı mekanizmasını oluşturmasıdır. Bu son derece önemlidir arkadaşlar, bunun altını çiziyoruz. Çünkü Libya’da silah ambargosunun denetlenmesinin Avrupa Birliği tarafından yapılmasının gerçekçi sonuçlara varmayacağını düşünüyoruz. Çünkü AB’deki bazı devletler doğrudan Hafter tarafını desteklemekte ve Hafter tarafına silah göndermektedir. O yüzden Avrupa Birliği’nin bu silah ambargosunun denetlenmesine olumlu bakmıyoruz, onun yerine bunun BM tarafından yapılmasının daha sağlıklı bir mekanizma olacağını bildiriyoruz.”
Çelik, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatı doğrultusunda bakanların Elazığ’da çalışmalar yürüttüklerine değinerek, yeni konutlar için temel atma çalışmalarının sürdüğünü, bütün kurumların işbirliği sayesinde en kısa zamanda yaraların sarılması, barınma ve diğer ihtiyaçların giderilmesi, Elazığ’ın yeniden ayağa kaldırılması konusunda yüksek bir ivme ortaya konulduğunu söyledi.
“Bizim siyasi hafızamız kuvvetlidir”
Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün FETÖ’nün siyasi ayağı tartışmalarına ilişkin açıklamalarının sorulması üzerine Çelik, şunları söyledi:
“Bizim siyasi hafızamız kuvvetlidir, Silahlı Kuvvetlerden çok sayıda asker atılırken çeşitli sebeplerle bunların hepsi terör örgütü mensubu olduğu için mi atılıyordu? Ya da devlet tarafından terör örgütü olarak tanınmamış bir takım yapılara sahip olanların hiçbiri atılmıyor muydu? Yıllarca Türkiye’de en çok tartışma konusu olan noktalardan bir tanesi ordudan atılmaların objektif kriterlere dayanıp dayanmadığıdır. Pek çok insan eşinin kılık kıyafeti yüzünden ya da dindarlığı yüzünden atılmıştır, bunlar Türkiye’de yaşandı hiç olmamış gibi davranmanın da bir alemi yok. Birisi kendi dönemi ile ilgili yapılanların tatmin edici bir cevabını verebiliyorsa diğer noktalara ilerlemesi lazım. Başbuğ meselesindeki mesele nedir? Başbuğ meselesindeki mesele doğrudan Türkiye Büyük Millet Meclisinin suçlanmasıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir yasa tasarısına oy atan, oy ve imza atan milletvekillerinin terör örgütü mensubu gibi gösterilmesi, hiçbir şekilde aklımızla kimse alay etmesin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasama iradesine saldırıdır.
Bugün bahsettiğiniz bazı genelkurmay başkanlarının birçoğunun beyanatlarına bakın, işte öğretmen atamalarının nasıl olacağından tutun da Diyanete verilecek kadroya kadar ya da Başbuğ döneminde kendisinin katsayı düzenlemesini nasıl olması gerektiği açıklaması var. Yani bir genelkurmay başkanının işi midir? Ya da işi miydi hükümetin katsayı düzenlemesine karışmak? Ya da o muhtırada ifade edildiği gibi nasıl bir cumhurbaşkanlığı istendiğini tarif etmek onların işi miydi? Ya da herhangi bir kuruma verilecek bütçenin ne kadar olması gerektiğine yönelik bir değerlendirme askeri otoritenin işi midir?”
FETÖ ile17-25 Aralık hükümeti devirmeye yönelik operasyonu ve 7 Şubat MİT krizinde doğrudan terör örgütü olarak faaliyet gösterdikleri andan itibaren mücadele ettiklerini vurgulayan Çelik, “Hükümetlerimiz en kararlı şekilde bu terör örgütlerini devletin kılcal damarlarından, toplumun tüm alanlarından temizlemek için kararlılığı, kesintisiz ve tereddütsüz bir mücadeleyi Cumhurbaşkanımızın liderliğinde yürütmektedir, hiçbir tereddüt yoktur, bu da devam edecektir.” ifadesini kullandı.
3600 ek gösterge ve infaz düzenlemesi
3600 ek gösterge ve infaz düzenlemesine ilişkin çalışmalara yönelik soru üzerine Çelik, bunlarla ilgili çalışmaların devam ettiğini söyledi. Çelik, “Yeni bir bir bilgi yok bende. Bu çalışmalar tamamlandığı zaman size gereken bilgiyi veririz. Şu anda o konuda üzerindeki çalışmalar devam ediyor.” diye konuştu.
“Milli Güvenlik Kurulu’nu hükumetin kendisi zanneden zihniyetin ürünü”
Çelik, “2004 Milli Güvenlik Kurulu ile ilgili olarak, tavsiye kararının gereğinin yapılmadığına ilişkin muhalefetin eleştirileri var. Tavsiye kararı yok mu sayıldı ve neden işlem yapılmadı?” sorusu üzerine, şunları söyledi:
“Milli Güvenlik Kurulu kararları tabii ki tavsiye kararıdır, yani hükumet bunu kendi bağlamı içerisinde değerlendirir. Bunlar yok mu sayıldı ya da bunlar yapıldı, yapılmadı şeyi bile, bir zamanlar Milli Güvenlik Kurulu’nu hükumetin kendisi zanneden zihniyetin ürünüdür. İkincisi o zamanki belgelere, bilgilere baktığınız zaman toplumun neredeyse tamamı zaten bir sürü kararla suçlanıyordu. Toplumdaki bütün kesimler, dini kesimler, sol kesimler, liberal kesimler, hemen hemen hepsinin suçlandığı bir sürü bir şey vardı.”
Bunların devletin ilgili kurumlarınca takip edildiğine dikkati çeken Çelik şöyle devam etti:
“Ama terör örgütü olduğu ortaya çıktığı andan itibaren 7 Şubat MİT krizi, doğrudan devletin bir kurumuna saldırarak özellikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Suriye politikasını sabote etmek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Suriye’ye bakan gözünü karartmak şeklinde, tamamen dış kaynaklı olduğu belli olan bir operasyondur. 17-25’te bir sürü sahte bilgi belge ile doğrudan Türkiye Cumhuriyeti hükumetine saldırarak, bütün bu faaliyetlere baktığınızda, kim bununla mücadele etti, kim bunları mazur göstermeye çalıştı? Bunların toplumu zehirleyen dershaneleri, televizyonları üzerine hukuk devletin imkanları içerisinde AK Parti hükumetleri giderken, kim gitti o televizyonlara, o kurumlara destek verdi, kim bununla mücadele etti? Bunların hepsi net tablolar. Esas problem şudur, Fethullahçı Terör Örgütüne dönük çok az cümle kuranlar, onları mazur göstermeye çalışanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin seçilmiş Cumhurbaşkanına ve seçilmiş hükumetine karşı en saygısız ifadeleri kullanıyorlar. Bugün bu Fethullahçı Terör Örgütü ile mücadelenin başında, Devlet Başkanı olarak Sayın Cumhurbaşkanımız vardır. Fethullahçı Terör Örgütünü birisi bırakıp, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı ile uğraşıyorsa burada adres bellidir. Kim kimle yan yana düşüyor?”
“Bu bir işgal projesidir”
Hükumetlerinin her alanda Fetullahçı Terör Örgütüyle (FETÖ) ilgili en kararlı mücadeleyi verdiğini vurgulayan Çelik, bu örgütün devletin başına gelen en büyük belalardan bir tanesi olduğuna vurgu yaptı.
Çelik, “Bu başka şeye benzemez, bu bir işgal projesidir. Tamamen yabancı kaynaklı ve bunun esası ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.’ prensibini lağvetmektir, Türkiye’yi işgal etmektedir. Bunun yerine bambaşka bir yapı getirmektir. Türkiye’deki demokrasiyi ortadan kaldırmaktır, laikliği ortadan kaldırarak sapık bir dini anlayışı Türkiye’nin resmi ideolojisi haline getirmektir. Bununla kim mücadele ediyor, çok açık ve nettir.” dedi.
Söz konusu belgelere, bilgilere bakıldığında alınmış bir sürü tavsiye kararları olduğu işaret eden AK Parti Sözcüsü Çelik,, toplumun bir sürü kesimi ile ilgili bir sürü değerlendirmeler görüleceğini ifade etti.
Çelik, “O zamanki istihbarat havuzlarına bakarsanız, o istihbarat havuzları öyle anlayışlarla yapılmıştır ki toplumda neredeyse belli bir dar çerçevenin dışında suçlanmayan kimse kalmamıştır. Burada esas mesele, bu yapının bir terör örgütü olarak tebarüz ettiği andan itibaren mücadeleyi kim verdi, bunların yanında kim durdu.” değerlendirmesinde bulundu.
“Sayın Burhan Kuzu, cevabını verecektir”
“Burhan Kuzu’yla ilgili yargıyı etkilemeye yönelik iddialar var. HSK’nin de başlattığı bir soruşturma vardı, savcı ve hakimlerin de ifadeleri yer almıştı. Bununla ilgili parti içerisinde herhangi bir işlem yapılıyor mu? Kendisinin de partiye bu konuyla ilgili herhangi bir bilgilendirmesi oldu mu?” sorusu yöneltilen Çelik, “Bunu Burhan hocaya sormanız lazım, kendisi bir açıklama yapacaktır veya yapmıştır bilmiyorum o konuyla ilgili olarak.” karşılığını verdi.
Çelik, kendilerinin somut bir durum ortaya çıktığında bununla ilgili görüşlerini söylediklerini belirterek, “Ama iddia dediğiniz konularda bizim söyleyebileceğimiz fazla bir şey yok. İlgili kurumlar araştırmasını yapacaktır. Sayın Burhan Kuzu cevabını verecektir, o şekilde herkes bilgilenmiş olacaktır. Bizim bir değerlendirmemiz yok.” diye konuştu.
“CHP’nin orijinal kodlarına geri düştüğünü görüyoruz”
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun FETÖ’ye ilişkin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelttiği iddia ve sorulara yönelik soruyu da yanıtlayan Çelik, konuştukça kendilerinin de bu konuya girmek zorunda kaldıklarını dile getirdi.
FETÖ’nün 15 Temmuz gecesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı öldürmek istediğini, TBMM’yi bombalayıp milletvekillerini öldürmek istediğini, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne saldırdığını, özel harekat polislerine, askerlere saldırdığını ancak ellerine geçtiği halde bir kişiye dokunmadığını anlatan Çelik, şunları kaydetti:
“Sayın Kılıçdaroğlu’na tanklar yol açarak, yol verdi. Bakın bir kişi bulunamamış, yeri tespit edilememiş demiyorum. Bizzat yanlarına kadar gelmiş, havaalanında inmiş ama ona yol vermişler. Birçok arkadaşımızın zaten ne yaptığı belli o gece. O gece yetkili olan hiç kimsenin Allah’a şükürler olsun utanacak bir şeyi yok. Görüntüler, televizyonlara bağlantılar ortada. Utanılacak bir bağlantı var. Darbe olurken bir parti genel başkanının bir evde film seyreder gibi darbe görüntülerini seyretmesi. Yani insan önce kendisiyle ilgili olarak şu soruyu sorar. Herkese saldırdılar, niçin sadece CHP Genel Başkanına yol verdiler? Niye bu hale düştüğünü, niye algısının böyle olduğunu, niye bu terör örgütü tarafından bu şekilde konforlu bir değerlendirmeye tabi tutulduğunu düşünür. Bu konforlu değerlendirmenin sebebi nedir? Şimdi bir sürü listeden bahsediyor sorduğu sorularda. Bunları zaten hiçbir kurum açıklayamaz. Bunlar yargının elinde. Yargı, bütün bunları suçluyu tespit etmek için değerlendiriyor.”
Çelik, yakın zamanda “Külliye’ye giden CHP’li” diye bir konunun gündeme getirildiğini, CHP Genel Merkezi’ne giren veriler konusunda ciddi bir siyasi veri güvenliği sorununun olduğunu söyledi.
CHP’nin FETÖ’yü hedef almaktan çok Türkiye’nin seçilmiş Cumhurbaşkanı ve seçilmiş hükumetini hedef aldığını ifade eden Çelik, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Bir yandan FETÖ’nün hedefinde Cumhurbaşkanımız var bir yandan CHP’nin Genel Başkanının hedefinde Cumhurbaşkanımızla ilgili spekülasyonlar üretme şeklinde bir faaliyet var. Bugün FETÖ, kendisine karşı mücadelenin durması için Cumhurbaşkanımızı, hükumeti en büyük engel olarak görüyor. Siyasi eleştiri yapabilirsiniz. Bu siyasi eleştirde kendinizle ilgili birtakım değerlendirmelere, siyasi rakiplerinizle ilgili birtakım eleştirilere yer vermeniz demokrasinin doğası gereğidir. Seçilmiş bir makamı terör örgütünün siyasi ayağı olarak nitelemeye başladığınız andan itibaren yaptığınız iş, milletin iradesi ile kavga etmektir. Çünkü onun seçilmesinin arkasında milletin iradesi vardır. CHP geçmişte milli iradeyle açık ve aleni bir şekilde kavga ediyordu, son zamanlarda yükselen demokrasi ivmesi çerçevesinde en azından sureten ya da şeklen daha demokratik bir üslup kullanmaya dikkat ediyordu. Son bir ay içerisindeki gelişmelerle açık bir şekilde CHP’nin yeniden milli iradeyle kavga, husumet üretme şeklindeki orijinal kodlarına geri düştüğünü görüyoruz. Keşke daha demokratik bir dil kullansalar. Suriye meselesinden Türkiye’deki demokrasi meselelerine kadar maalesef Türk tipi bir Baasçı dilin kullanıldığını üzülerek görüyoruz.”