AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, TRT Haber canlı yayınına katılarak gündeme ilişkin soruları yanıtladı, değerlendirmelerde bulundu.
AK Parti sözcüsü Ömer Çelik, Ankara Barosunun skandal açıklamasını @trthaber’de değerlendiriyor. https://t.co/j3DJAw5YeS
— TRT Haber Canlı (@trthabercanli) April 27, 2020
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın ramazan ayının ilk hutbesindeki ifadelerinden dolayı bazı baroların açıklamalar yaptığının ve bunun da 27 Nisan e-muhtırasıyla aynı güne rastladığının hatırlatılması üzerine Çelik, 27 Nisan günü ilk defa bir hükümetin kendisine dayatılan bir muhtırayı kabul etmeyerek aynen iade ettiğini belirtti.
Çelik, “Bu Cumhuriyet tarihinde bir ilktir. Dolayısıyla siyasi hayatımız, demokrasimizin olgunlaşması bakımından fevkalade önemli bir dönüm noktasıdır.” diye konuştu.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın hem inancının gereği olarak açıklamalarını yaptığını hem de Diyanet İşleri Başkanlığına kanunla verilen görevin gereği olarak da faaliyetlerini sürdürdüğünü söyleyen Çelik, şöyle devam etti:
“Yaptığı bir açıklamaya barolar bunun ‘kan kokan bir açıklama’ olduğunu ifade ederek, ‘yüzyıllar öncesinden gelen ses’ diyerek, çok bildiğimiz tarihimizde acı yaratan, büyük acılara imza atmış olan bir zihniyeti yeniden diriltmek gibisinden bir çaba içerisine giriyorlar. Şimdi bu daha öncelerinde çok karşılaştığımız örneğin 27 Nisan’da da ‘sözde değil özde’ diyerekten bir özcülük yaparak, niyet sorgulamasına girerek bir yaklaşım sergilenmişti. Şimdi de Diyanet İşleri Başkanı’nın kan kokan bir zihniyete sahip olduğunu Ankara Barosunun açıklamasında iddia edildiğini görüyoruz. Bu ne kadar vahim bir açıklamadır, bir hukuk kurumu Türkiye’deki anayasal bir kurumun başındaki kişiyi kan kokan bir zihniyete sahip olmakla suçlayan bir açıklama yapıyor.”
Baronun ikinci bir açıklama daha yaptığını hatırlatan Çelik, “İlk açıklama faşizmin bir metni, bir örneği olarak kayıtlara, tarihe geçecek. Utanç verici bir açıklama olduğu için ikincisini biraz yumuşatıcı dil kullanarak yumuşatmaya çalışmışlar.” dedi.
Çelik, Ankara Barosunun ikinci açıklamasında yer alan “Bizim korumaya çalıştığımız laiklik ilkesidir, o sebeple bu açıklamayı yaptık, İslam’ın değerleriyle bir meselemiz yok.” ifadesini aktararak, şunları söyledi:
“İlk yaptıkları açıklama bir eleştiri değil, ilk yaptıkları açıklamada doğrudan Diyanet İşleri Başkanı’nın dinimizin kaidelerinden birini dile getirmesinden duyulan rahatsızlığı ifade ediyorlar, bunu bir nefret suçu olarak etiketliyorlar. İkinci, Diyanet İşleri Başkanımızı ‘kan kokan bir zihniyetin temsilcisi’ olarak nitelemeye çalışıyorlar, ahlaksızca ve vicdansızca ve daha da ileri giderek faşizmin tipik bir örneği olacak şekilde terbiyesizce Diyanet İşleri Başkanımızı ‘yakında cadı avı oluşturarak kadınları yakmaya çağıracak bir kişi’ olarak göstermeye çalışıyorlar. Şimdi bunun neresi kanunlarla barolara verilmiş görevlerin içindedir.
Birinci açıklamanın ne kadar faşist bir açıklama olduğunu fark ettikten sonra ikinci açıklamayla bir örtbas etme faaliyetine girerek laikliği korumak için yaptıklarını, insan haklarını korumak için yaptıklarını söylüyorlar. Kamuoyu önünde bütün hukuk insanlarına soruyorum, demokratik zihniyete sahip herkese soruyorum, anayasal bir kurumun başında olan kişiye ‘kan kokan zihniyetin sahibi’ demek kutsala referans verdiği için onu dogmatik olarak nitelendirmek ve sırf kutsala referans verdiği için ‘insan onuruna direnen bir kişi’ olarak nitelendirmek insan hakları savunusunun neresine düşmektedir. Baro ‘Ben insan haklarını savunuyorum’ derken Diyanet İşleri Başkanı’na ‘yakında cadı avı yaparak kadınları yakmaya çağırması şaşırtıcı olmayacaktır’ gibisinden ahlaksızca, vicdansızca ve terbiyesizce bir niteleme içerisine giriyor.”
İçinden geçilen zor günlerde bu meseleyi konuşmak istemediklerini dile getiren Çelik, “Tam da 27 Nisan gibi hükümete muhtıra verilmeye çalışılmış bir günün yıl dönümünde bunun benzeri, daha vahimi bir açıklamanın gündeme gelmesi hiçbirimizin görmezden gelmeyeceği bir açıklamadır.” diye konuştu.
Çelik, “Türkiye’de bazı işler geride bırakıldı, demokrasi gelişti, belli konularda zihni olgunlaşma oldu” şeklinde analizler ve değerlendirmeler yaptıklarını ifade ederek, “Fakat görüyoruz ki bu topluma acı çektirmiş olan faşizm yeniden her an kendisini gündem yapmak üzere, meydana çıkmak üzere pusuda bekliyor.” dedi.
“İnsan haklarını istismar etmek, aşağılamak değil midir?”
Bazı siyasetçilerin konuya ilişkin açıklamalar yaptığını hatırlatan Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bazı siyasetçiler bize muhalefet yapmak adına Ankara Barosunu savunmuşlar. Ben önce iyi niyetle bu siyasetçilerin Ankara Barosunun açıklamasını görmeden bunu yaptıklarını da düşündüm çünkü Ankara Barosunun faşizmin net bir örneği olan açıklamasını gördükten sonra kimsenin bunu savunmaması gerekir. Bu kadar düşük idrak ile bu kadar militanca bir saldırganlıkla yapılmış ibretlik bir açıklamadır. Fakat sonra fark ettim ki Türkiye’de geçmişte önemli görevler yapmış, halen parlamentoda bulunan bazı siyasilerin bu faşist açıklamayı etiketleyerek Ankara Barosunu savunmaları ve üstelik de bunu ayrımcılığa karşı bir savunu gibi sunmaları içinde bulunduğumuz tehlikenin ne kadar büyük olduğunu göstermektedir.
Türkiye’de terk ettiğimizi, geride bıraktığımızı sandığımız birtakım vesayet arayışlarının, genç insanları kılık kıyafetlerinden dolayı eğitim hakkından mahrum eden, insanları annelerinden tevarüs ettikleri dili kullanmaktan men eden birtakım yasakçı, faşist zihniyetlerin nasıl kendini saklayarak gündeme yerleşmek için beklediğini göstermektedir. Nasıl olur da bir anayasal kurumun başındaki kişiye ‘kan kokan zihniyetin sahibi’ demek insan hakları savunusu olur, bu insan haklarını istismar etmek, aşağılamak değil midir? Nasıl olur ki Diyanet İşleri Başkanımıza ‘yakında cadı avına çıkarak kadınları yakacak’ demek kendilerine kanunla verilmiş bir görev olarak baro tarafından nitelenebilir?”
“İslam’ın değerlerini savunmayacaksa neye göre konuşacak”
“Diyanet İşleri Başkanı kendi inancının, İslam’ın değerlerini savunmayacaksa neye göre konuşacak?” ifadesini kullanan Çelik, şunları söyledi:
“Baroya göre, Diyanet İşleri Başkanı İslam’a göre konuşmasın, Ortodoks Patriği Hristiyanlığa göre konuşmasın, Hahambaşı Yahudiliğe göre konuşmasın, bunun adına da insan hakları densin, baronun anlayışı bu. Aslında burada baronun savunması gereken şuydu; herkesin kendi inandığı değer sistemine göre konuşma hürriyetinin var olmasının adıdır hukuk devleti ve demokrasi. Ankara Barosu doğrudan hukuk devletinin ve demokrasinin teminatı altında olan, üstelik Diyanet İşleri Başkanına yasalarla, anayasayla verilmiş göreve dönük bir saldırı gerçekleştirmektedir. Ankara Barosu içindeki bu İslamofobik yaklaşımı saklayamamış ve netice itibarıyla doğrudan aslında Diyanet İşleri Başkanı ile ilgili bir saldırı gerçekleştirdiğini düşünerek hukuk devleti ve demokrasi ile mücadele etmeye girişmiştir. Herkes inandığı gibi konuşamayacaksa, herkesin nasıl konuşacağına Ankara Barosu karar verecekse bu zihniyetin adının ne olduğunu biz biliyoruz.”
Çelik, Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’a dönük olarak belli bir kesimi nefret suçu ile hedef gösterdiğinin söylendiğini ifade ederek, “Diyanet İşleri Başkanımızın konuşmasında öyle bir şey yok. İslam’ın kaidelerini söylemiş, onun dışında da belli bir kesime dönük olarak Diyanet İşleri Başkanımız bunların temel hak ve hürriyetleri askıya mı alınsın demiş, bunların vatandaşlık haklarının eksiltilmesine dönük bir yaklaşım mı söylemiş ya da Diyanet İşleri Başkanımız herhangi bir şekilde belli bir toplumsal kesime dönük olarak şiddet çağrısı mı yapmış? Kesinlikle böyle bir şey yok.” dedi.
Erbaş’ın konuşmasına bakıldığında tam tersine nefret suçlarıyla mücadele eden bir yaklaşım olduğunu dile getiren Çelik, “Ama burada güya nefret suçuyla mücadele ediyormuş gibisinden Ankara Barosu, Diyanet İşleri Başkanımıza ‘kan kokan bir zihniyet’, ‘yakında kadınları yakmaya çağırır’ diyerekten asıl nefret suçunu onlar işliyor. İkinci açıklamalarında laik bir devlet vurgusu yapmışlar, laik devlet geçmişteki bu zihniyetin temsilcilerinin olduğu gibi bir laikçilik savunusu değil ki… Laik devlette bütün inanç sistemleri kendi değerlerine göre konuşabilirler.” değerlendirmesinde bulundu.
Fahrettin Altun’un evinin izinsiz fotoğraflanması
İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un evinin izinsiz fotoğraflanmasına değinilerek, “Acaba özgürlükler ile özel hayat çizgisindeki dengeyi tutturamıyor muyuz?” sorusu üzerine Çelik, “Aslında demokratik değerler açısından güzel formül ediyorsunuz özgürlükler, özel hayat dengesi, aile mahremiyetinin korunması gibi. Fakat söz konusu olan aslında Sayın Altun’un evine dönük taciz bu değerlerin içinde bile değerlendirilmeyecek kadar açık bir şantaj, ailesiyle oturduğu eve dönük açık bir saldırıdır.” karşılığını verdi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Orada böyle bir kasıt yoktu.” söylemini anımsatan Çelik, şöyle devam etti:
“O ilçe başkanı, ‘Ben bunu talimatla yaptım ve gereken yere raporladım.’ diyor. Normal bir demokraside minimum siyasi ahlaka sahip bir parti daha ilk günden çıkardı, özür dilerdi ve o ilçe başkanını görevden alırdı. Fakat ilçe başkanının belli bir emir komuta zinciri içerisinde hareket ettiği, dolayısıyla bu siyasi partinin yöneticilerinin şantajcılığı, aile mahremiyetine saldırıyı, özel hayatın gizliliğini ihlal etmeyi ve bir kişinin ailesi ve çocuklarıyla yaşadığı eve dönük taciz gerçekleştirmeyi bir parti kimliği haline getirmekten sakınmadıkları görülüyor.”
“Asıl ayrımcılığı yapan Ankara Barosudur”
Ankara Barosunun açıklamalarına ilişkin Çelik, “Ankara Barosu hangi yetkiyle kimin neyi, nasıl konuşacağına karar veriyor?” diye sorarak, şunları söyledi:
“Bir kişi şiddet çağrısı yapıyorsa bir kişi demokrasinin ve hukuk devletinin ortadan kaldırılmasına dönük bir çağrı yapıyorsa bir kişi kutsal değerleri aşağılıyorsa ona belli sınırlar içerisinde kalması için tabii ki çağrı yaparsınız ama Diyanet İşleri Başkanımız kime dönük şiddet çağrısı yapmış, kimin temel hak ve hürriyetlerinin ortadan kaldırılmasını istemiş. Tam tersine Diyanet İşleri Başkanına, ‘kan kokan zihniyete sahip’ diyerek, onun kutsala referans vermesini eleştirerek, 700-800 yıl önce yaşayan büyüklerinin çizgisinden ayrılmamakla suçlayarak en sonunda da ‘cadı avı yaparak kadınları yakacağını’ söyleyerek asıl ayrımcılığı yapan Ankara Barosudur.”
Çelik, kutsala saygısızlık yapanın, demokrasinin ve hukuk devletinin en temel ilkeleriyle mücadele edenin Ankara Barosu olduğunu ifade ederek, “Bugün aslında herkes için bir fırsat olabilirdi. Baronun bu açıklamayı kim yapmışsa bu baronun yönetimi içerisindeki daha geniş daireler, bu yönetimin iş başına gelmesine destek vermiş kesimler, ‘böyle bir ayıp bir hukuk kurumuna yakışmaz’ diyerek, buna tepki gösterebilirlerdi.” değerlendirmesinde bulundu.
“Faşizm tarihine geçebilecek bir açıklamaya imza atmıştır”
Çelik, “Hukuk Türkiye’de çok çeşitli sınamalardan geçmiştir. 12 Eylülde’ki darbede en önce Anayasa Mahkemesi Başkanı gidip darbecilere teslim olmuştu. Korumakla görevli olduğu Anayasa ortadan kaldırılmıştı.” diye konuştu.
Yargı camiasının 15 Temmuz darbe girişimine karşı duruşunu Türk hukuk tarihi açısından bir “övünç kaynağı” olarak niteleyen Çelik, 15 Temmuz’da hakimler, savcılar ve diğer bütün hukuk insanlarının topyekün darbe girişimine direndiğinin altını çizdi. Çelik, şunları kaydetti:
“Hukuki açıdan geldiğimiz aşamada son derece şerefli bir sayfaya imza atmışken bugün Ankara Barosu maalesef gericiliğin sembolü olarak, en temel değerleri ihlal ederek, bugün bahsettiğimiz ancak ve ancak hukuk tarihine değil, hukuku katletme ve faşizm tarihine geçebilecek bir açıklamaya imza atmıştır.
Bu açıklamayı ülkemizdeki Hristiyan vatandaşlarımıza dönük yapsalar da en şiddetli tepkiyi gösteririz, Yahudi vatandaşlarımıza ya da diğer inançlardan vatandaşlarımıza da yapsalar en şiddetli tepkiyi gösteririz. Çünkü bu açıklama Diyanet İşleri Başkanının şahsına dönük bir saldırı, Diyanet kurumuna dönük bir saldırı olarak gözükse de demokrasinin en temel ilkesi olan inanç hürriyetini ortadan kaldırmaya dönük bir teşebbüstür. Bunu gördüğümüz için buna en geniş çerçeveden bu tepkiyi veriyoruz. Sivil özgürlüklere, inanç hürriyetine, demokratik hak ve özgürlüklere son 10 yılda yapılan en militan, en saldırgan, en çirkin saldırılardan bir tanesi maalesef Ankara Barosundan gelmiştir. Aslında üzülmesi gereken son derece vahim bir durumdur. Fakat üzüntü belirtmek yerine halen ikinci açıklamalarıyla faşizm görüntüsünü kurtarmaya çalışan ama faşizm mahiyeti konusunda aynı yerde duran bir yaklaşım içindeler.”