Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda konuştu.
Toplantının ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, yarın Rusya Devlet Başkanı Putin ile gerçekleştireceği görüşmeden beklentisinin bölgede süratle ateşkesin sağlanması olduğunu söyledi.
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin “Türkiye’nin mühimmat talebi olursa destek veririz” açıklamalarının hatırlatılması üzerine Erdoğan, “Bu tür taleplerimizi Trump’a ilettim” cevabını verdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarından öne çıkan başlıklar:
“Nice canlarımızı toprağa verdik”
Sözlerimin hemen başında, bin yıldır kanlarımızla sulayarak vatan yaptığımız bu topraklarda hür bir şekilde yaşayabilmemiz, bayrağımızı dalgalandırabilmemiz, ezanımızı semalarımızda yankılatabilmemiz için hayatlarını feda eden tüm şehitlerimizi rahmetle yâd ediyorum.
Terörle mücadelede 40 yıla yakın süredir verdiğimiz binlerce şehidimize, Suriye’de yenileri ekleniyor. Son olarak İdlib’te rejimin saldırısında hayatını kaybeden 34 askerimizin de aralarında olduğu nice canlarımızı toprağa verdik. Şehitlerimizin makamları ali, şehadetleri mübarek olsun diyorum.
“Güçlü Türkiye’nin inşası yolunda tarihi adımlar atmış olacağız”
Bin yıldır olduğu gibi bugün de, hiçbir şehidimizin, hiçbir gazimizin tek damla kanı boşa gitmiyor. Bu mücadeleyi hedeflediğimiz şekilde başarıyla sonuçlandırdığımızda, Allah’ın izniyle büyük ve güçlü Türkiye’nin inşası yolunda tarihi adımlar atmış olacağız. Tabii bu tablonun anlamını kavrayabilmek için önce vatan nedir, millet nedir, gaza nedir, şehadet nedir, şehit kimdir gibi soruların cevaplarını bilmek gerekiyor. Bu cevapları öğrenmenin yolu da, öyle sıradan eğitimden, kariyerden filan geçmiyor.
Bu soruların cevaplarına ancak yüreğinizde ülke ve millet sevgisi varsa, kalbiniz şehadet özlemiyle yanıyorsa, zihniniz pak ve berraksa vücudunuzun her zerresinde hissederek ulaşabilirsiniz.
“Manasını kavrayabilmek için önce sağlam bir imana ihtiyaç vardır”
Önceki günkü konuşmamda da ifade etmiştim, Kur’an-ı Kerim’de şehid; kimi yerde şahit, kimi yerde esma-i hüsnadan biri, kimi yerde örnek kişi anlamlarında tam 56 defa tekrarlanıyor. Bu ayetlerden üçünde ise doğrudan doğruya Allah yolunda canını feda edenleri tanımlamak üzere şüheda ifadesine yer veriliyor. Hiç şüphesiz, şehitlikle ilgili en önemli müjde, Bakara Suresinin 54’üncü ayet-i kerimesidir. Mealen, “Allah yolunda öldürülenlere sakın ölüler demeyin, zira onlar diridir, fakat siz farkında değilsiniz” emr-i ilahisinin manasını kavrayabilmek için önce sağlam bir imana ihtiyaç vardır.
“Kuşkusu olan, önce dönüp kendi inancını, imanını bir sorgulasın”
Peygamber Efendimizin çeşitli hadislerinde, şehidin bütün günahlarının affedileceği, kabir azabı çekmeyeceği, cennetteki makamını göreceği, cennete ilk girenlerden olacağı gibi müjdelere rastlıyoruz. Bu tablo bize, ülkemizin ve milletimizin bağımsızlığı, onuru, güvenliği için mücadele ederken can veren herkesin, özellikle de cephede son nefesini veren askerlerimizin şehit olduğunu, hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde gösteriyor.
Ebediyete uğurladığımız askerimizin, polisimizin, jandarmamızın ve diğer kamu görevlilerimizin şüheda makamına yükseldikleri konusunda kuşkusu olan, önce dönüp kendi inancını, imanını bir sorgulasın.
“Bağrından çıktığınız toplumun kültürünü bilmelisiniz”
“Şehitler tepesi boş kalmayacak” sözünü anlamak için de, imanın yanında, bağrından çıktığınız toplumun kültürünü bilmeniz gerekir. Merhum Arif Nihat Asya’nın o şiirini okuyup da, hala ısrarla “şehitler tepesi boş kalacak” diyen kişi, bu ülkeyi düşmana teslim etme, milletimizin boynuna esaret zincirini geçirme peşinde demektir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Merhum Arif Nihat Asya’nın şiirini okuyup da, hala ısrarla “Şehitler Tepesi boş kalacak” diyen kişi, bu ülkeyi düşmana teslim etme, milletimizin boynuna esaret zincirini geçirme peşinde demektir. https://t.co/XsOkKVuUQN pic.twitter.com/BjPllA6wiX
— TRT Haber Canlı (@trthabercanli) March 4, 2020
Tabii, 15 Temmuz’da milletimiz sokaklarda şehit olurken mücadeleden kaçan, darbecilerin açtığı yoldan gittiği evde kahvesini yudumlayan birine bunları anlatmak elbette zordur.
Dikkat ederseniz, bu tipler bize dönüp “Türkiye’nin Suriye’de ne işi var” derken, mesela Rusya’ya, Amerika’ya, İran’a, Avrupa ülkelerine asla böyle bir soru yöneltmiyor. Çünkü bunların gözünde ülkelerimizin yürüttüğü mücadelenin zerre kadar kıymeti yoktur. Tek dertleri, buradan bir siyasi çıkar elde edebilmek, emperyalistlere şirin gözüküp kendilerine yol verilmesini sağlayabilmektir.
“En güzel cevabı şehitlerimiz, gazilerimiz, milletimiz veriyor”
Suriye tartışması, ülkemizdeki beşinci kol faaliyetlerinin nerelere kadar uzandığının en somut göstergesidir. Bunlara en güzel cevabı aslında şehitlerimiz, gazilerimiz, şehit yakınlarımız ve milletimiz veriyor.
Bir şehidimiz, “Sizden ricam sakın Suriye’de ne işimiz var diyenlerden olmayın, gittim gördüm, tam da olmamız gereken yerdeyiz” mesajını verirken, karşımızdaki zihniyetin sefaletini tasvir ediyordu.
Bir şehidimizin babası, “Soğan, patates dediler ekonomimize saldırdılar. Biz o soğanı patatesi yemeden yaşarız, ama vatansız yaşayamayız” diyordu.
İdlib şehitlerimizden birinin ağabeyi, cenaze merasiminde, “Canımız feda olsun, yeter ki vatan millet sağ olsun, ezanımız dinmesin, bayrağımız inmesin. Başka bir derdimiz yok bizim” diyerek metanet gösteriyordu.
Bir başka şehidimiz hayattayken, “Biz 7 yaşında yağmurun altında, soğuktan titreyerek, ‘varlığım Türk varlığına armağan olsun’ derken şaka yapmıyorduk” mesajını paylaşıyordu.
Bölgede görev yapan bir kahramanımız, devre arkadaşına, “Sen demiyor muydun köpek gibi yaşamaktansa aslan gibi ölmek evladır diye… Bu iş şu aşamada bitirilmezse oyun büyük. Sana vasiyetimdir, olur da görüşmemiz mahşere kalırsa, bizi bahane edip kaos çıkarmaya çalışan conconları cenazeme sokarsan, hakkımı helal etmem” mesajı gönderiyordu.
Sokakta kendisine mikrofon uzatılan bir teyzemiz, “Yılan gelmiş, düşman gelmiş bağrımıza girmiş, evimizin içerisine… Biz Suriye’ye gitmezsek, Türkiye’yi taksim ettiler” diye, sözde aydınlarımızın gösteremediği feraseti ortaya koyuyordu.
Bunun gibi daha binlerce, milyonlarca örnek var.
Ben inanarak atalarımızdan ilham alarak şehitler tepesi boş kalmayacak dedim, diyorum, diyeceğim.
Tabii bu onurlu tavırlar, “Hayatta hiçbir laftan tiksinmedim, ‘şehitler ölmez vatan bölünmez’den tiksindiğim kadar” diyenlere bir şey ifade etmiyor.
Çünkü bu zihniyet, “Bugün Suriye’ye savaş açsak banko Esad’ı tutarım” diyerek, “Türkiye-İran karşı karşıya gelirse İran safında olurum” diyerek, karşımıza sürekli terör örgütlerinin tezleriyle çıkarak, yerini yıllar önce zaten belli etmiştir.
“Hezeyanlarına cevap vermek gerçekten ağrıma gidiyor”
CHP Genel Başkanının hezeyanlarına cevap vermek gerçekten ağrıma gidiyor. Eskiden beri süren bu tutuma, bir yere kadar, “siyasetin cilvesi” diyerek tahammül etmek mümkündü. Ama artık, mesele doğrudan istiklalimize ve istikbalimize saldırı noktasına gelmiştir. Kendisi bizi tahrik ettiğini sanırken, aslında ülkemize ve milletimize olan kinini kusuyor. Meydanı yalanlara ve iftiralara bırakmamak için, sizleri ve tüm milletimi bu kişinin hezeyanlarının eziyetine tekrar maruz bırakmaktan dolayı üzüntülüyüm.
“Tüm terör örgütleri, Kılıçdaroğlu’nu şükranla izliyordur”
Zaman zaman, Kılıçdaroğlu’nun ülkemizin Suriye meselesinden Akdeniz’deki politikalarına kadar hayati çıkarlarının söz konusu olduğu hususlarda söylediği sözleri acaba kimler keyifle dinliyordur diye merak ediyorum.
Önümüzdeki fotoğrafa şöyle bir baktığımızda, cevap hemen karşımıza çıkıyor. Mesela Esed, Kılıçdaroğlu’nu tarifsiz bir sevinçle takip ediyordur. Mesela darbeci Hafter, Kılıçdaroğlu’nu alkışlayarak dinliyordur. Mesela, PKK’sından FETÖ’süne kadar tüm terör örgütleri, Kılıçdaroğlu’nu şükranla izliyordur.
Mesela Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak için her gün envai çeşit oyunlar sergileyen Amerika’daki, Avrupa’daki, Rusya’daki, İran’daki bazı çevreler, Kılıçdaroğlu’nu takdirle takip ediyordur.
“Bu ülkenin Cumhurbaşkanı sabaha kadar görevinin başındaydı”
Bu zatın ağzından ülkemizin ve milletimizin menfaatlerini savunma adına tek kelime çıkmazken, her sözü ve tutumuyla, karşımızdakilere destek veriyor. Bu zat, dün de çıkmış kürsüye, “o gece neredeydiniz” diye soruyor.
Madem merak ediyor, söyleyeyim. O gece bu ülkenin Cumhurbaşkanı sabaha kadar görevinin başındaydı. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı, ertesi gün erken saatlerden itibaren de, hiç ara vermeden, Cumhuriyet tarihinin liderler düzeyindeki en yoğun telefon diplomasisini yürüterek görevine devam ediyordu. O gece bu ülkenin Meclis Başkanı, Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Milli Savunma Bakanı, Dışişleri Bakanı, İçişleri Bakanı, diğer bakanları, MİT Başkanı, Savunma Sanayii Başkanı ve diğer tüm sorumluları görevlerinin başındaydı.
O gece Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı, diğer tüm komutanlar hepsi istisnasız görevlerinin başındaydı.
O gece erinden en üst komutanına kadar Türk Silahlı Kuvvetlerinin tüm mensupları görevlerinin başındaydı. O gece sağlık kurumlarından güvenlik birimlerimize kadar herkes görevlerinin başındaydı.
Kılıçdaroğlu CHP Genel Merkezinde kahve içip televizyon seyrederken, ülkeyi yönetenler, yüreklerindeki acıya rağmen, şehitlerimizin kanlarını yerde bırakmamak için canla-başla çalışıyordu.
“Milletimiz her şeyi başından sonuna kadar izlemiş, takip etmiştir”
Bu süreçte milletimizi bilgilendirmek için gerekli her türlü açıklama da yapılmıştır. Hatay Valimizden Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığına, bakanlarımıza kadar her seviyede bilgiler milletimizle paylaşılmıştır. CHP’nin başındaki zat, o sırada kim bilir hangi sinsiliklerin, kim bilir hangi senaryoların, kim bilir hangi ümitlerin peşinde olduğu için, kimin çalıştığını, kimin ne açıklama yaptığını takip edememiş olabilir. Ama milletimiz her şeyi başından sonuna kadar izlemiş, takip etmiştir.
Bir yandan Esed’le dans eden, öteki tarafta “Türkiye’nin Suriye’de ne işi var” diyen, beri tarafta “niye diplomasiyi kullanmıyorsunuz” dokundurmaları yapan birisi, elbette Türkiye’nin çıkarlarının nerede olduğunu göremez.
“Türkiye, Suriye sınırlarında da emperyalistlere karşı mücadele ediyor”
Başbakanlığımız ve Cumhurbaşkanlığımız döneminde, ülkemizin haklarını, milletimizin çıkarlarını savunmak için dünyanın dört bir yanını nasıl hallaçladıysak, bugün de gerektiğinde her yere gitmekten imtina etmeyiz. Diplomatik görüşmeleri, bunun için bir yerlere gitmeleri, birilerini misafir etmeyi, kendi kısır dünyasındaki turistik seyahatlerle karıştıran bir zihniyete ne desek boştur.
Türkiye, dün Çanakkale’de de emperyalistlere karşı mücadele ediyordu, bugün Suriye sınırlarında da emperyalistlere karşı mücadele ediyor. Kılıçdaroğlu, Gazi Mustafa Kemal’in vatan toprağı olan Çanakkale’yi savunduğu dönemde, İdlib’in de vatan toprağı olduğunu bilmeyecek kadar şuur kaybı içindedir. Yolu Çanakkale’ye düşerse, orada İdlib doğumlu yüzlerce şehidin ismini görünce, hiç sanmıyoruz ama belki utanır da yüzü kızarır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Türkiye, dün Çanakkale’de de emperyalistlere karşı mücadele ediyordu, bugün Suriye sınırlarında da emperyalistlere karşı mücadele ediyor. https://t.co/XsOkKVuUQN pic.twitter.com/bQmIJPxduW
— TRT Haber Canlı (@trthabercanli) March 4, 2020
“Cehaletten öte bir ihanetin içine düşmüş demektir”
Vatanın ne demek ve sınırlarının neresi olduğunu bilmeyen, anlamayan, görmeyen, hissetmeyen bir adam, hiç kusura bakmayın, cehaletten öte bir ihanetin içine düşmüş demektir. Milletimiz, Çanakkale’de savaşırken de, İstiklal Harbinde canını ortaya koyarken de, ülkemizde tıpkı bu zat gibi davranan, moralleri bozmaya, mücadele azmini kırmaya çalışan müstevli destekçileri vardı.
“İç cephe çözülmediği sürece hiçbir şey ülkeyi ve milleti mahvedemez”
Türkiye, bir asır önceki o destanları, sadece cephede düşmana karşı savaşarak değil, aynı zamanda bu müstevli destekçilerini hüsrana uğratarak da kazanmıştır. Gazi Mustafa Kemal, 6 Mart 1922’de Meclis’te yaptığı bir konuşmada, milli mücadelenin savunma araçlarını, “Milletin bütünü, milletin kalp ve vicdanındaki sağlamlık, meclisin azim ve kararlılığı ile ordu” olarak sıralıyor. Yine Atatürk, Cumhuriyetimizin 10’uncu yılında irad ettiği nutkunda cepheleri, “görünüşteki cephe ve iç cephe” olarak ikiye ayırıyor. Asıl cepheyi, bütün ülkenin aynı fikir ve kanaatte yekvücut şeklinde kurduğu iç cephe olarak gören Atatürk, görünüşteki cepheyi de doğrudan doğruya ordumuzun düşman karşısında sergilediği gücü görüyor. Gazi Mustafa Kemal’e göre, görünüşte cephede ne olursa olsun, iç cephe çözülmediği sürece hiçbir şey ülkeyi ve milleti mahvedemez.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Dün olduğu gibi bugün de, verdiğimiz mücadelede, hem sahada zafere yürüyeceğiz hem de bu müstevli destekçilerini milli iradenin ayakları altında ezerek ülkemizi hedeflerine ulaştıracağız. https://t.co/XsOkKVuUQN pic.twitter.com/O6lqgPdPzh
— TRT Haber Canlı (@trthabercanli) March 4, 2020
Yine Gazi’nin ifadesiyle, “Düşmanlarımız bizi içten yıkmaya çalışıyor. Bu amacı gerçekleştirmek için içimize kadar sokulabilen bozguncu mikropların ajanlarının varlığını iddia etmek yerindedir.”
“Kılıçdaroğlu ve ekibi, ülkenin birliğine, bütünlüğüne saldırıyor”
Evet, bugün de Kılıçdaroğlu ve ekibi, ülkemizin doğrudan doğruya iç cephesine, yani birliğine, bütünlüğüne, kardeşliğine saldırıyor. Bunu da gafletlerinden değil; tamamen kasıtlı bir şekilde yapıyorlar. Allah’ın izniyle dün olduğu gibi bugün de, verdiğimiz mücadelede, hem sahada zafere yürüyeceğiz, hem de bu müstevli destekçilerini milli iradenin ayakları altında ezerek ülkemizi hedeflerine ulaştıracağız.
“Bu zatın gönlünün başka yerlerde olduğunu biliyoruz”
Esasen, bu zatın gözünün ve gönlünün başka yerlerde olduğunu da biliyoruz. Kılıçdaroğlu mevcut tutumuyla, Esed’in Suriye’de, İsrail’in Filistin’de hayata geçirmeye çalıştığı “insansızlaştırma” politikasına destek veren bir yerde durmaktadır.
Türkiye’nin bu tarihi mücadelesini sürekli fitneyle, yalanla, iftirayla lekelemeye çalışan her kim olursa olsun, açık ve net söylüyorum; haysiyetsizdir, onursuzdur, şerefsizdir, alçaktır, haindir. Bir insanın kendi ülkesine ve kendi milletine böylesine derin bir kin beslemesi için, ya geçmişte ağır bir travma yaşaması, ya da daha başka bir çıkar hesabının pençesine düşmüş olması lazımdır. Sanıyorum, karşımızdaki zatta her iki durum birden söz konusudur.
“Yüreğin yetiyorsa çıkarsın meydana ‘ben ülkeyi yönetmeye talibim’ dersin”
Dikkat ederseniz sürekli kendini bu ülkenin Cumhurbaşkanı, kurumları, komuta kademesi yerine koyarak ahkamlar kesiyor. Kılıçdaroğlu, eğer bu ülkenin yönetiminde sorumluluk almak istiyorsa, kendisine bunun yolunu hemen göstereyim. Bu iş öyle sütre gerisinden saldırarak, birilerini öne sürüp arkadan kıs kıs gülerek olmaz. Malum olduğu üzere, 2023 yılında bu ülkede bir Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Yüreğin yetiyorsa çıkarsın meydana “ben ülkeyi yönetmeye talibim” dersin, milletten yetkiyi alabilirsen de söylediklerini yaparsın. Ama o güne kadar bu zata düşen görev, milli güvenliğimizi ilgilendiren konularda sorumluluk sahiplerine destek vermektir.
Bunu yapamıyorsa sukut etmesine de razıyız. Yeter ki hezeyanlarıyla milletimizin acılı yüreğini kanatmasın, sinirlerini germesin, tepesini attırmasın.
“Rejim 3 bin 200’ün üzerinde unsurunu kaybetmiştir”
Suriye’deki durum, yeni acılar, yeni trajedilerle giderek daha kötüleşiyor. İdlib’te verdiğimiz şehitlerimizin kanlarını elbette yerde bırakmıyoruz.
Bugüne kadar rejim; 3 bin 200’ün üzerinde unsurunu, 160’a yakın tankını, 100’ün üzerinde topunu ve çok namlulu roketatarını, 3 uçağını, 8 helikopterini, 8 hava savunma sistemini, 10’dan fazla mühimmat deposunu, yüzlerce silahlı ve silahsız aracını kaybetmiştir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Bugüne kadar rejim; 3 bin 200’ün üzerinde unsurunu, 160’a yakın tankını, 100’ün üzerinde topunu ve çok namlulu roketatarını, 3 uçağını, 8 helikopterini, 8 hava savunma sistemini, yüzlerce silahlı ve silahsız aracını kaybetmiştir. https://t.co/XsOkKVuUQN pic.twitter.com/zYeKpGxShB
— TRT Haber Canlı (@trthabercanli) March 4, 2020
“Kahraman ordumuz dünyayı kendisine hayran bırakmıştır”
Rejiminkiyle mukayese edilemeyecek kadar az da olsa, elbette bizim de kayıplarımız vardır. Uçaklarımızla, SİHA’larımızla, topçularımızla, tankçılarımızla, komandolarımızla, zırhlı birliklerimizle yürüttüğümüz destansı mücadeleyle, rejimi her gün biraz daha eritiyoruz. Kahraman ordumuz, Suriye’de gösterdiği başarıyla, tüm dünyayı kendisine hayran bırakmıştır.
Bizim savaşmayı bilmeyen değil savaşmak istemeyen bir ülke olduğumuzu, son operasyonlarımızla herkese bir kez daha ispatladığımıza inanıyorum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Bizim savaşmayı bilmeyen değil savaşmak istemeyen bir ülke olduğumuzu, son operasyonlarımızla herkese bir kez daha ispatladığımıza inanıyorum. https://t.co/XsOkKVuUQN pic.twitter.com/piCEhdO3Hy
— TRT Haber Canlı (@trthabercanli) March 4, 2020
“Bu defa başaramayacak”
Rejim ve onu destekleyenler, sürekli olarak, kendilerini savunma imkânı olmayan çocukları, kadınları, masumları vahşice katlederek, gerçek yüzlerini sergilemeyi sürdürüyor. Bir süre sonra, rejim sadece İdlib’de değil, Suriye’nin diğer bölgelerinde de kendi halkını karşısında bulmaya başlayacaktır. İşte o zaman rejimi kurtarmaya, bugün arkasına sığındığı hava ve kara güçlerinin imkânları da yetmeyecektir. Biliyoruz ki rejim, Dera’da, Hama’da, Humus’da, Halep’te yaptığını, şimdi İdlib’te tekrarlamaya çalışıyor. Ama bu defa başaramayacak.
“Türkiye, masumların hayatını kurtarmak için bilfiil sahaya çıkmıştır”
Bu defa Türkiye, hem kendi güvenliği ve huzuru, hem de Suriyeli masumların hayatlarını kurtarmak için bilfiil sahaya çıkmıştır. İdlib’deki çatışmalar sürerken, bölücü terör örgütünün Suriye’nin diğer alanlarındaki güvenli bölgelerimize saldırmaya başlaması, arka plandaki büyük oyunun işaretidir. Bu durum, şayet İdlib’den ve Suriye’deki diğer güvenli hale getirdiğimiz bölgelerden çekilirsek, teröristlerin doğrudan ülkemiz topraklarını hedef alacağının en somut ifadesidir.
“Milletimiz verilen mücadeleye sahip çıkıyor”
Suriye’de vermediğimiz mücadeleyi kendi topraklarımızda çok daha ağır ve büyük bedeller ödeyerek vereceğimizi görmek için, daha neyi yaşamamız gerekir bilmiyorum. İstanbul’un, Ankara’nın, İzmir’in, Antalya’nın, Trabzon’un, Erzurum’un, Şanlıurfa’nın savunmasının Afrin’de, İdlib’de, Münbiç’de, Cerablus’da, Aynelarab’da, Telabyat’ta, Rasulayn’da, Kamışlı’da, Kuzey Irak’ta, hatta Libya’da başladığını, hamdolsun, milletimiz biliyor ve verilen mücadeleye sahip çıkıyor.
“Türkiye’yi içine sokulmaya çalıştığı cendereden kurtaracağız”
Ne ülkemizi terör örgütlerinin, eli kanlı rejimin ve onları destekleyenlerin insafına terk edeceğiz, ne de mazlum Suriye halkını kendi başına bırakacağız. Sahada da, diplomasi masasında da mücadelemizi sonuna kadar sürdürerek, Türkiye’yi içine sokulmaya çalışıldığı bu cendereden muhakkak kurtaracağız.
İşte o zaman önümüzde yepyeni bir dönemin açıldığını göreceğiz. Türkiye’yi hedeflerine ulaştırana kadar bize durmak, dinlenmek haramdır. Mücadele zamanlarında 83 milyon biz biriz, beraberiz; birlikte Türkiye’yiz, biz birlikte güçlüyüz.
Futbol sahalarında bile milletimizin ülkesine, ordusuna, askerine verdiği destek, bunun en güzel örneklerinden biridir. Bay Kemal farklı şeyler bekliyor, ama ona farklı cevaplar geliyor.
“Anadolu tarih boyunca her kesimden insana yurt olmuştur”
Anadolu toprakları, sadece bugün değil, tarih boyunca hep, her kökenden, her inançtan, her kesimden insana kucak açmış, yurt olmuştur. Bugün Anadolu nüfusunun önemli bir bölümü, 93 Harbinden Balkan Savaşlarına, oradan Birinci Dünya Savaşı ve İstiklal Harbimiz sonrasındaki mübadelelere kadar son 1,5 asırdaki gelişmelerin ardından bu topraklara göç edenlerden oluşuyor.
Son 30-40 yılda Bulgaristan’dan Kafkasya’ya kadar bölgemizde maruz kalınan zulümler ardından sayıları milyonu bulan kardeşlerimiz ülkemize gelmedi mi? Yine Irak’taki işgal dönemlerinde, Kuzey Afrika’daki karışıklıklar sırasında ülkemize yüzbinlerce kişi yönelmedi mi? Terör örgütlerinin ve zalim rejimin önünden kaçan 4 milyona yakın Suriyeli de aynı şekilde ülkemize sığınmıştır.
“Hiç kimsenin topraklarımıza sığınanları taciz etmeye hakkı yoktur”
Bu ülkede hiç kimsenin, evini, yurdunu terk ettiği için topraklarımıza sığınanlara kem gözle bakmaya, yabancı muamelesi yapmaya, hele hele tahkir ve taciz etmeye hakkı yoktur. Her kim bu tarz davranışlar içine girerse, altını kazıdığımızda, kendi geçmişinde de bir göçmenlik bulunması kuvvetle muhtemeldir. Bize düşen, bu insanların yeniden evlerine dönerek huzur ve güven içinde yaşayabilecekleri iklimi oluşturmanın mücadelesini vermektir.
Sivilleri öldürerek, yerleşim yerlerini yakıp yıkarak, halksız bir devlet peşinde koşan rejimin katliamlarından kaçanlar, başka bir yere değil de Türkiye’ye yöneliyorsa, bunun sebebi bizim vicdanımız, ahlakımız, insanlığımızdır.
“Kararımız tamamen uluslararası hukuka uygundur”
Bilindiği gibi, 34 şehit verdiğimiz 27 Şubat’taki saldırının ardından, Avrupa’ya gitmek isteyen mültecilere sınırlarımızı açma kararı almıştık. Bu kararımız tamamen uluslararası hukuka uygundur. Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 14’üncü maddesi şöyle diyor: “Herkes zulüm karşısında başka memleketlere iltica etmek ve bu memleketler tarafından mülteci muamelesi görmek hakkını haizdir.”
Evet… Bugün mültecilere sınırlarını kapatan, onları döverek, bindikleri botları batırarak, hatta vurarak geri göndermeye çalışan her Avrupa ülkesi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini çiğnemektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Bugün mültecilere sınırlarını kapatan, onları döverek, bindikleri botları batırarak, hatta vurarak geri göndermeye çalışan her Avrupa ülkesi, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini çiğnemektedir.https://t.co/XsOkKVuUQN pic.twitter.com/xFWLhMuyQU
— TRT Haber Canlı (@trthabercanli) March 4, 2020
“Pek çok Yunanlı ülkemize de gelerek savaş bitene kadar huzur içinde yaşamıştır”
Bu konuda en insanlık dışı görüntüleri de Yunanistan sergiliyor. Botları şişleyerek batırıyor ve o botların içindeki yavruları ölüme terk ediyor. Halbuki Yunanistan, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, bugün kapılarını kapattığı coğrafyada sürgünde kurduğu hükümetle varlığını devam ettirmeye çalışıyordu. Yunan yönetimine, 11 Ocak 1942 tarihli, “Hunâ el Kudüs” isimli gazetede, Nazi saldırılarından kaçarak Suriye’ye sığınan Yunanlılara yapılan yardımları gösteren bu fotoğrafı özellikle hatırlatmak istiyorum. Bu fotoğrafta, yemek ve kıyafet dağıtılan Yunanlı erkek ve kız çocuklardan birisi de, belki Miçotakis’in büyük babası veya büyük annesidir.
Türkiye, Yunanistan’ın işgal ve açlıkla boğuştuğu bu dönemde, kendisi de sıkıntı içinde olmasına rağmen, gemiler dolusu gıda yardımıyla komşusuna destek vermiştir.
Hatta aynı dönemde, pek çok Yunanlı, Arap coğrafyası yanında ülkemize de gelerek, savaş bitene kadar huzur ve güven içinde yaşamıştır.
“Yunanlı komşularımız bir gün bu merhamete ihtiyacı olabileceğini unutmamalıdır”
Mültecileri ülkesine sokmamak için, denizde boğmaktan kurşunla öldürmeye kadar her türlü yolu deneyen Yunanlı komşularımız, bir gün bu merhamete kendilerinin de ihtiyacı olabileceğini unutmamalıdır.
Yunanistan başta olmak üzere tüm Avrupa Birliği ülkelerini, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine uygun şekilde, topraklarına gelen mültecilere saygılı davranmaya davet ediyoruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan: Mültecileri ülkesine sokmamak için, denizde boğmaktan kurşunla öldürmeye kadar her türlü yolu deneyen Yunanlı, bir gün bu merhamete kendilerinin de ihtiyacı olabileceğini unutmamalıdır. https://t.co/XsOkKVuUQN pic.twitter.com/72IAj0Dtvk
— TRT Haber Canlı (@trthabercanli) March 4, 2020
“Avrupa ülkeleri siyasi ve insani çözüme destek vermelidir”
Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğü temelinde yeni anayasa hazırlanana, özgür seçimler yapılana ve bu şekilde göreve gelecek yeni yönetimi oluşana kadar, bu göçmen akını devam edecektir. Avrupa ülkeleri şayet sorunu çözmek istiyorlarsa, Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştirmeye çalıştığı siyasi ve insani çözüme destek vermelidir.
Bunun dışındaki yaklaşımların tamamı da, zaten yabancı düşmanlığı ve ırkçılık batağında debelenen Avrupa Birliğini kendi değerlerinden biraz daha uzaklaştıracaktır. Faşizmin ayak seslerinin her geçen gün daha fazla duyulduğu Avrupa ülkeleri için, böyle bir durum, gerçek bir felaket anlamını taşıyacaktır. Çünkü tarihi emsalleriyle sabittir ki, böyle durumlarda Avrupa toplumları, en yakınlarından başlayarak önce kendi komşularının gırtlağına sarılmaktadır.
Umudumuz, yaşanan gelişmelerin Avrupa Birliğinin gerçekleri görmesine ve ülkemize gereken desteği sağlamasına vesile olmasıdır. Sözlerime son vermeden önce, 75’inci Birleşmiş Milletler Genel Kurul Başkanlığını üstlenen İstanbul Milletvekilimiz ve Meclis Dışişleri Komisyonu Başkanımız Volkan Bozkır’ı tebrik ediyorum. Volkan Beyden, Genel Kurul Başkanlığı döneminde Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda, mülteciler ve Kudüs meselesi başta olmak üzere, dünya mazlumlarının seslerini en etkin şekilde duyurmasını bekliyoruz. Sizleri bir kez daha sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.