Yeryüzünde, yüzyılladır kimi zaman toplu kimi zamanda bireysel olarak göçler yaşanıyor. Doğudan batıya, kuzeyden güneye milyonlarca insan evlerini terk etti, dünyanın başka bir yerinde yeni hayatlar kurdu.
Öyle ki bu göçler, bazen kıtaların bazen de ülkelerin demografik yapısını değiştirdi. Modern dünya ise, özellikle dünya savaşlarında milyonları bulan insan hareketlerine sahne oldu.
Geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise, ülke içi çekişmeler ve din ve ırk temelli iç savaşlar insanları evlerinden etti, göç kervanlarının tekrar dizilmesine yol açtı.
Lübnan, Afganistan, Sudan, Bosna Hersek, Irak, Yemen, Suriye….
2011’de Beşşar Esed rejiminin barışçıl gösterilere silahla müdahale etmesinin ardından başlayan iç savaş Halep, Humus, Şam, Hama ve Rakka gibi şehirlerden milyonlarca insanı komşu ülkelere doğru hareketlendirdi.
Can güvenliklerini sağlamak ve daha iyi bir yaşam en büyük nedenler arasındaydı… En büyük mağdur ise hiç şüphesiz çocuklardı. Çoğu zaman haberleri dahi olmadan savaş, çatışma, güç kavgası, egemenlik arzusu gibi tartışmaların birer parçası oldular.
Kimi bu yolculukların tanığı oldu kimi de ailesinin göç ettiği topraklarda hayata gözlerini açtı…
Suriye’nin en büyük ikinci şehri, ülkede ticaretin kalbinin attığı kent olan Halep’ten göç eden AbdulŞeyh İsmail ve ailesi de çatışmalardan kaçtı, yollara düştü…
Aksaray’dan Yunanistan sınırına kalkan bir otobüsün içinde karşılaştık onlarla… Hepsinin gözlerinde hüznün yanında parıldayan umut ışığını hemen fark edebiliyoruz.
Abduşeyh’in 7 çocuğu var. İsmail, Meram, Reyyan, Doa, Şeyma, Muhammed ve Cene….
Çocukları arkada kendisi önde oturan baba Abdulşeyh’e neden yollara düştüğünü soruyoruz. Hem kendisi hem de yanında oturan eşi, çocukları için daha iyi bir gelecek arzu ettiklerini söylüyor hemen.
Abdulşeyh, “Biz güven arıyoruz. Bombardımandan kaçtık. Çocuğumuz elinden yaralandı. Eşim omuzundan yaralandı. Bu zalimlik…” cümleleriyle anlatıyor yaşadıklarını.
Büyük oğlu İsmail, rejim güçlerinin Halep’i hedef aldığı saldırılarda sol elinin bütün parmaklarını kaybetmiş. Çocukların hepsinin gözleri gülüyor. İsmail, içlerinde güzel Türkçesi ve hayata olan bağlılığı ile hemen dikkatimizi çekiyor.
İsmail’e yaşadıklarını, olayın nasıl olduğunu soruyoruz. Anlatmaya başlıyor:
“Ben o zaman 7 yaşındaydım. Bir bayram günüydü. Kıyafet almaya gidiyorduk.
Her şeyi aldık, telefonumuzu bıraktığımız tamirciye giderken bomba patladı. Bomba parçası parmaklarımı kesti.”
Abdulşeyh’in eşi söze karışıyor, “Türkiye çok iyi ve benim çok arkadaşım var burada. Ancak yaşam koşulları zor. Türkiye’ye de ekonomik baskı var.”
Avrupa’dan neler beklediklerini soruyoruz. Karı-koca Şeyh İsmail ailesi, hep birlikte daha iyi bir yaşam, çocukları için daha iyi ve hayırlı bir gelecek umduklarını söylüyor.
Anne İsmail’in tek korkusu yine çocukları… Denizden geçmek istemediğini söylüyor. Gözleri doluyor…
“Çocuklarım çok küçük, yüzme bilmiyorlar.”
Önlerindeki uzun yolculuk bitiyor. Artık 7 çocuklu Halepli Şeyh İsmail ailesi Yunanistan sınırında. Hava kararmaya başlıyor. Meçhul bir geleceğe doğru adım atmak için otobüsten inip yürümeye başlıyorlar. Başka memleketlerden, ülkelerden, şehirlerden binlerce insanın yaptığı gibi…
Ve nihayet Meriç Nehri..
Antik dönemlerden itibaren hikayeleri anlatılan, üzerinden geçtiği topraklarda birçok halkın kaderine ortak olan nehir Meriç..
Doğuya giden İskender de, Batı’ya sefere giden Süleyman’da ordusunu kıyısında soluklandırdı. Üzerinden milyonlarca insan geçti, binlerce türkü söylendi, hikâye anlatıldı.
Şimdi, kıyısında bir grup sığınmacı bekliyor.
Yunanistan tarafına geçmek için botlar hazırlanıyor. Herkes sırasını bekliyor. Çocuklar olanlardan habersiz tarlalarda koşturuyor.
Yakılan ateşler, gecenin ilerleyen saatlerinde çocukları etrafında topluyor. Sığınmacı sayısı her geçen saat biraz daha azalıyor.
Belirgin bir ay ışığı Meriç’e vuruyor. Silüetler halinde, sırtlarında çantaları teker teker gözden kayboluyorlar.
Kurgu: Ünsel Ayhan Aybek