Çaya Düşen Gözyaşları

Kodla Büyü

sabr41

Üye
Mesajlar
21
Biraz uzun ama okumanızı tavsiye ederim...

Çaya Düşen Gözyaşları / Hamdi GÜLEN
-
İki aydan beri Yıldız Dinlenme Tesisi’ne gelen bütün yolcuların en iyi dostlarından biri olmuştu çoban köpeği Gabar. Ona bu adı memleketinin taşı, toprağı; dağı, ovası burnunda tüten Siirtli bir kamyon şoförü yakıştırmıştı, orada bulunanlardan hiçbiri başka bir isim düşünmeyince öylece üzerinde kalıverdi Gabar’ın. Nereden ne amaçla geldiği bilinmeyen bu asil duruşlu, iri yapılı, parlak tüylü, dost canlısı ve sevimli köpek, bir ailenin hayatına giren tatlı bir bebek gibi bir anda dinlenme tesisinin müdavimi oluvermiş, mola veren yorgun şoförlere ve diğer yolculara kırk türlü şaklabanlık yaparak kendini iyiden iyiye sevdirmişti. Hatta öyleleri vardı ki yolculuk planını yaparken, mesafe biraz da uzamasına rağmen güzergahını Gabar’ı görebilmek üzere ayarlıyordu.

Bütün bu yaşanan dostluklar tesis sahibi Ruhi Beyi de mutlu ediyor, artık daha çok müşteri ağırlıyor, en önemlisi gelenler, âdeta aileden biri olan Gabar sayesinde hep yüzlerinde gülümsemeyle ayrılıyordu. Üstelik bu yeni personelin hiçbir masrafı da yoktu. Gabar lokantadan artan yemeklerle besleniyor, geceleri bir bekçi gibi etrafı kolaçan ediyor, üstelik rastgele atılmış boş su kaplarını bile iri keskin dişleriyle kavradığı gibi çöp kutusunun yolunu tutuyordu. Tesise girmek için sinyal lambasını yakan bir araç gördüğü anda ilk karşılamayı ben yapayım dercesine heyecanla öne çıkıyor ve iki kez tatlı tatlı havlayarak selamını veriyordu.

Yalnız kamyonlar parka yönelirken bir tuhaf oluyordu bu candan dost. Araç durur durmaz bir hışımla tekerleklere doğru koşuyor, tekerleklerin hepsini ama hepsini tek tek kokluyor, daha sonra şoförün yanına gelip onun uzun süredir pedala basmaktan yorgun düşen ayaklarına ve bacaklarına sevimli sevimli sürtünüyordu. Şoförler de bu ilginç karşılamayı tebessümle cevaplıyor, direksiyon tutmaktan nasırlaşmış elleriyle Gabar’ın başını okşayarak ona sevgi diliyle âdeta “hoş bulduk” diyorlardı.

Bir pazar günü akşama doğru, tam on iki tekerleği olan demir yüklü bir kamyon, sol sinyalini vererek Yıldız Dinlenme Tesisi’ne doğru yöneldi. Birçok şoför ve yolcu lokantanın açık hava bölümünde yemeğini yerken, Gabar her zamanki gibi tekerlekleri koklamak üzere araca doğru koşmaya başladı. Tesis sahibi Ruhi Bey gülümseyerek ve sesini yükselterek:

“Dur oğlum Gabar! Yavaş, misafirimiz geliyor işte, bu acele niye! dedi.

Yemek sonrası çayını yudumlayan Salih Kaptan söze karıştı: “Gabar’ın huyunu bilmez misin Ruhi Bey, onun tekerlek koklama sevdasını kim dindirebildi ki sen engel olacaksın?

Bu arada çoktan işine koyulmuş olan Gabar, sırasıyla önce ön, sonra da arka tekerlekleri bir bir koklamaya koyuldu. İşte tam bu sırada garip bir havlama sesiyle irkildi tesistekiler. O uysal, o havlaması bile şiirsel olan Gabar, hırçınlaşmış, âdeta bir canavar gibi saldırganlaşmıştı. Hırıltılar çıkararak hışımla aracın etrafında dört dönüyor, üstelik ağzından salyalar bırakarak havlamayı aralıksız devam ettiriyordu. Tesistekilerin şaşkın bakışları içinde araç şoförü toprağa ilk adımını attı. Her zaman sevmek ve sevilmek üzere yaklaşan Gabar bir çırpıda adamın baldırına yapıştı ve içindeki kini hırıltıyla besleyerek dişlerini kenetleyiverdi.
Hiç beklemediği bir saldırıya uğrayan araç kaptanı şaşkınlık ve korku içinde:

- Hoşt, hoşt, Allah’ın belası ne oluyor sana! Bıraksana bacağımı, hey millet yardım edin diye inledi.

Acı içindeki adamın yardımına ilk Ruhi Bey, daha sonra da tesisteki diğer personel ve misafirler koştu. Adam canhıraş hâlde bacağını kurtarmaya çalışıyor, Ruhi Bey de ilk kez böyle bir durumla karşılaşmış olmanın şaşkınlığı içinde hem parlak tüylerinden yakaladığı Gabar’ı silkeliyor hem de karşısında bir insan varcasına:

“Yapma oğlum, ne olur yapma. Bırak, bırak diyorum sana.” diyerek âdeta yalvarıyordu. Bu arada elinde bir fırçayla tesis çalışanlarından Hikmet Efendi yetişti imdada. İki aydır kendi çocuğundan bile ayrı tutmadığı, hatta başkaları severken bile için için kıskandığı Gabar’ın başına indirdi fırçanın sapını, vurdu, sonra tekrar vurdu. Nihayet belki yedinci belki de sekizinci darbede sendeledi ve kanlar içinde kalan başı sessiz sedasız düştü Gabar’ın.

Beş altı saat sonra, tır sürücüsü Mehmet Kaptan hastaneden; Gabar da veterinerden geri getirildi. Ruhi Bey, Mehmet Kaptan’dan özür üstüne özürler diliyor, Arada bir de: “Çok şükür Allah’ım, sana şükürler olsun ki köpek kuduz değilmiş.” diye dua ediyordu.

Bacağına tam sekiz dikiş atılan Mehmet Kaptan sinir içerisinde:
“Allah kahretsin, nereden geldim bu lanet yere, bir daha yolum düşerse namert olayım.”diyerek beddualar savuruyordu.

Bu arada tesisteki görevlilerden biri bu sabıkalı çoban köpeğinin boynuna bir zincir geçirip sıkıca bağladı. Belki de hayatında ilk defa özgürlüğü engellenen Gabar, kendisinin güvensiz olarak düşünüldüğünü hissedince iki aydan beri dostluğunu ve sevgisini paylaştığı, yemeklerini yediği bu sevimli insanlara hep nemli gözlerle bakmaya başladı. Bir çoban köpeği ağlar mıydı? Basbayağı ağlıyordu işte, boncuk boncuk gözyaşları süzülüyordu göz pınarlarından. Dinlenme tesisine gelen yolcular da oradakiler gibi bu işe bir anlam veremiyorlar, hayretler içinde kalıyorlardı.

Gelenlerden biri: “Olacak şey değil, acaba ne oldu da Gabar bu hâle geldi, Allah’tan çocuklarımızdan birine denk gelmedi, maazallah parçalardı.”dedi.

Böylece on beş gün daha geçti, artık herkesin gözünden ve gönlünden düşen Gabar verilen yemekleri de yemiyor, hiç havlamıyor, tepki vermiyor ve âdeta ölüm meleğinin kendisini çağırmasını bekliyordu. Aslında Gabar kadar Ruhi Bey, personeli ve misafirler de mutsuzdu son zamanlarda. Neşe kaynaklarını kaybeden müşteriler, eskisi kadar iştahlı yemek yemiyor, bir molada en az beş demli çayı deviren şoförler bile bir bardağı zor bitiriyor, Gabarlı eski günleri hayal ederek hüzünlü gözlerle eski dostlarına bakıp öylece ayrılıyorlardı..

O gün gün batımına doğru arkasında patozu olan bir traktör yanaştı Ruhi Beyin tesisine. Büyük bir gürültüyle çalışan motoru stop eden köylü, tozlu şapkasını temizlemek için kuluna vururmaktayken başını kaldırdı ve gözleri bir anda Gabar’ın gözlerine değiverdi. On beş gündür hiçbir şeye tepki vermeyen Gabar irkildi bir anda. Gelen köylüye sevgisini hissettirmek için eskiden olduğu gibi iki kez havladı. Gerçi havlama da denilmezdi buna. Yavru bir köpek sesi çıkardı desek daha doğru olurdu. Öyle ya on beş gündür sessizliğe gömülen Gabar neredeyse havlamayı da unutmuştu.

-Vay Çomar, oğlum Çomar, demek buralardasın ha, dedi traktörüyle gelen köylü. Biraz daha açılmış sesiyle “evet” dercesine hav hav diye cevap verdi Gabar. Yineledi hav havvv!
Uzun zamandır Gabar’ın sesine hasret kalan tesis çalışanları ve müşteriler şaşkınlık içerisinde birbirlerine baktılar, sevinmediler mi, sevindiler elbet. Hatta daha iki hafta önce onu tartaklamak zorunda kalan Hikmet Efendi, tutamadı kendini haykırdı: “Koçum benim aslan Gabar’ım!”

Bütün gözler bir anda Gabar’ın yanına giderek onun başını okşamaya başlayan köylünün üstünde toplandı. Eski neşesine tekrar kavuşan Gabar köylünün bacağına sürtünüyor, ellerini yalıyor, hatta göğsüne kadar zıplayıp yanaklarına dokunmaya çalışıyordu. Olup bitenleri sevinç içerisinde uzaktan gözlemleyen Ruhi Bey elini kaldırarak köylüye seslendi:

- Hemşerim hele bir gel. Gel bir çayımızı iç.
Köylü, temmuz sıcağında toprak ve terin birleşmesiyle çamurlaşmış yüzünü silerek olur anlamında başını salladı ve cevap verdi:

- Eyvallah! Allah razı olsun, geleyim.

Müşteriler önlerindeki yemeği ve çayları umursamadan sandalyesini kapıp, Ruhi Beyle köylünün oturduğu masaya yöneldi. Herkes Gabar’a “Çomar” diyen ve onun tekrar eski hâline gelmesini sağlayan bu adamı merak ediyordu. Sessizliği, tesis sahibi Ruhi Beyin: “Oğlum buraya çay gönderin!” demesi bozdu ilkin. Sonra ekledi:

- Hemşerim hele anlatıver bakayım, bu köpekle ilgili ne biliyorsun?
- Onun adı “Çomar” bizim köyden komşum Çoban Süleyman’ın köpeğiydi. Enikliğinden beri bilirim.
- Sizin köy dediğin yer hemşerim?
- Selamlı köyü aşağı yukarı elli kilometre buraya.
- İyi bilirim ana yol üzerinde yemyeşil bir köy.
- He ya doğru bilirsin.

Bu arada iki personel tepsilerle çayları getirip dağıtmaya başladı. İlk bardağı alan köylü bir yudum çektikten sonra dudaklarını yalayarak:

- Hazin bir hikâyesi var bu talihsiz köpeğin dedi. Yaklaşık iki buçuk ay önce terk etti köyümüzü. Açıkçası o günden beri sadece Çoban Süleyman’ın değil çoluk çocuk, kadın erkek bütün Selamlı’nın tadı kaçtı.

Herkes kulak kesilmiş köylünün dudaklarından dökülecek sözleri merakla bekliyordu. İkinci yudumda bardağı yarıya indirdi köylü. Ardından anlatmaya devam etti:

“Bir gün kendisi kadar asil bir eş edindi Çomar ve iki tatlı yavru dünyaya getirdiler. Yazık ki biri doğuştan özürlüydü ve sadece üç gün hayata tutunabildi. Diğerine “Sebil” adını verdi Çoban Süleyman.

- Sesi titreyerek, “Eee sonra!” Diye ekledi Ruhi Bey.

- Sonra, az önce bahsettiğim hüzünlü hayat hikâyeleri başladı bunların. Çoban Süleyman, maaş karşılığı baktığı koyun sürüsünü Çomar’ın da yardımıyla her gün anayolun karşısındaki meraya otlatmaya götürürdü. Bir gün şirin yavrusu Sebil ve dişisi de arkasından gitmiş Çomar’ın. Sürüyü ana yoldan karşıya geçirmişler geçirmesine ama küçük Sebil arkada kalmış, Bu arada uzaktan hızla gelen kamyonu fark etmiş Çomar. O, yavaşlatabilmek düşüncesiyle kamyona doğru koşarken; Sebil’in annesi de var gücüyle yola fırlamış.

- Allah’ım ne olur ölmesinler, dedi müşterilerden biri ağlamaklı hâlde.

- Yazık ki ölmüşler. Çomar’ın gözleri önünde ana kız tekerleklerin arasında can vermişler.

- Of oof! Vay talihsiz, vay kara bahtlı Gabar’ım dedi Hikmet Efendi, kendi koydukları isimle hitap ederek.

- Orada bulunan herkes yürekleri buruk hâlde olup bitenleri dinliyor, bu arada dudaklarına yönelen çay bardaklarına kirpikleri aşmayı başaran gözyaşları, şıp şıp diye damlıyordu. Köylü anlatmaya devam etti:

- Yaşananları gören Çoban Süleyman dedi ki, kamyon şoförü bırak firene basmayı, ayağını gaz pedalından biraz çekseymiş kurtulacakmış Çomar’ın zavallı ailesi. Neyse Çoban Süleyman oracığa yolun kenarına gömmüş Sebil ve anasını koyun koyuna.
Hikmet Efendi anlatılanları dinlemeyi bırakarak sandalyesinden kalktı, içemediği çayını masaya bıraktı ve burnunu çekerek zincire vurulmuş Gabar’ın yolunu tuttu. Misafirlerin bakışları arasında bir çırpıda boynundan çıkarıverdi zinciri. Artık adının Çomar veya Gabar olmasının bir anlamı yoktu. Ne de olsa o ailesinin acısını yüreğine gömmüş acılı bir babaydı. Sözü tekrar Ruhi Bey devam ettirdi.

- Eşi ve yavrusu orda gömülüyse neden uzaklaştı köyden acaba?

- Valla aslında o olaydan sonra köyün içine bir daha adım atmadı. O zamana kadar sözünden hiç çıkmadığı sahibi Çoban Süleyman’ı da dinlemedi. Bir süre ailesinin gömülü olduğu yerde beklediğini duydum. Hatta o şoförü bulabilmek için yoldan geçen kamyonların peşinden koşup tekerleklerinde eşinin ve yavrusunun kokusunu aradığını söylediler. Ama binlerce kamyon var ortalıkta kimi nereden bulacak, köpek aklı işte!

-Bir anda irkildi Ruhi Bey, buldu, dedi, buldu. Hem de sabırla bekledi ve onu perişan eden şoförü buldu. Üstelik hesabını da gördü. Ardından kısık sesle: “Sana da iyi olmuş Mehmet Kaptan!” diye de ekledi. Bu sefer şaşırma sırası köylüye gelmişti. Ruhi Bey olup biten her şeyi bir bir anlattı, anlattı. Köylü güçlü ve metin gözükebilmek için birkaç kez kapadı gözlerini ama o da direnemedi bastıran gözyaşlarına. Ve o gün Yıldız Dinlenme Tesisi’ndekiler çaylarıyla birlikte gözyaşı da yudumladılar.
 
BBNET
Geri
Üst